5 Ekim 2015 Pazartesi

Kontrolü ele almak






Ne yaparsak yapalım, hayatı kolaylaştıramıyoruz değil mi? 
Matematik problemi değil ki verilenleri yazalım, isteneni belirleyelim ve formülünü bularak çözüme ulaşalım. Zira hayat oldukça komplike bir problem. Ne demişler, “siz planlar yaparken başınıza gelen şeydir hayat“

Size sorsam, hayatı kolay kılmak için ne yapardınız, ne dilerdiniz? 

Çoğunuz paranın çözüm olduğunu düşünürdünüz. Ben de bu grubun içindeyim. Ama paramız da yok, ne yapmalıyız?  –ki para her zaman için hayatı kolaylaştırmaz, bunu da kısa not olarak buraya yazayım da bık bık eden olmasın- 

Basit.. Çalışacağız.
Normalde çalışınca bunun karşılığını almamız gerekir. Manevi boyutunu geçtim, maddiyat olarak bahsediyorum, alabiliyor muyuz? Grup olarak “hayır“ dediğinizi duyuyorum. 

Siz zaten zeki insanlarsınız. Mükemmel fikirleriniz, net bir vizyonunuz var, her biriniz ayrı ayrı dünyayı değiştirmeye hazırsınız. Lider ruhunuzla en önde zafer kazanacak komutan gibi ilerliyorsunuz. Egonuz öyle tavan yapmış ki sizden başka kimsenin fikirlerine ihtiyacınız yok. Tek başınıza bir Rambosunuz, bir Batmansiniz, Süpermansiniz.. Kendinizi kanıtlamak uğruna atmadığınız takla kalmamış. 
Kasmayın arkadaşlar..

Derin nefesler alın, gerekiyorsa Yoga’ya falan gidin. Arkanızda kimsenin olmasına izin vermezseniz hayatı kendinize zehir edersiniz. Evet lider olma yolunda gösterdiğiniz çaba takdire şayan fakat size lider diyecek kimse yoksa ne anlamı kalır ki.. 
O takındığınız ego kusursuz bir şey değildir aksine tevazu gerekir. Gelişim kitaplarında verilen Gandhi, Tao, Martin Luther örnekleri verdirtmeyin bana şimdi. Ayrıca egosu yüksek zalim diktatör ve savaşçıların tarihte ne yaralar açtığını söyletmeyin. Çok da eskiye gitmeye gerek yok gerçi, günümüz örnekleri yaşadığımız şu zamanda da gayet açık ve net olarak ortada! 

Hayatı kolaylaştıralım derken yazıyı karmaşıklaştırıyoruz haberimiz yok, neyse konuya dönelim.  
Kimse karışık, çetrefilli, organize olmamış, planlanmamış şeyleri sevmez daha doğrusu bundan çekinir. Sonu karanlıktır, belirsizdir, herkes kendini sağlama almak ister. Bu durumda basitlikten bahsetmeliyiz. 

İnsanların sizin düşünce tarzınızı takip etmesini istiyorsanız net planlarla karşılarına çıkmalısınız. Fikirleri şüpheli, sayısız beklentilerle dolu, ne yapacağından emin olamayan ve kendiyle çelişen insanların yalnız kalmaları ve güven vermemeleri oldukça doğal. Katı olmadan net, basit ve direkt olmakta fayda var. Bir yere kadar esnek olunabilir ama işin ucunda mantık yatıyorsa. 
Mantık burada önemli bir olgudur. Aşırı duygusal olmayın, beraberinde tutkularınıza da yenilirsiniz. Kendinize hakim olamazsanız başkalarını nasıl kontrol edeceksiniz ki? Bir insanı görmezden de gelemezsiniz, kişi kendini iyi ve değerli hissettiren birine saygı duyar. Kendinizi kalabalığın dışında bırakacağınıza o kalabalıktan biri olun. Bunlar gerçekten çok basit uygulanabilecek şeyler. Ama uygulama sürecine kafa takılırsa olay büyür, içinden çıkılmaz hal alır. 

Sallamıyoruz yahu.. 
Belli işte verilenler.. tak tak koy formüle çözüme ulaş. 
Sonra da kurul televizyonun karşısına, uzat ayaklarını:
“SEBASTİANNN kahvemi getir“ diye seslen..
Sen lidersin unutma, hayatın çok kolay.. 



23 Haziran 2015 Salı

Gün nasılsa bitecek




Az da olsa öyle kesişim noktaları vardır ki..
Düşün koca bir hayatın var ve  aynı günde hem en mutlu anı hem de en hüzünlü anı yaşıyorsun. 
Birinin heyecanı diğerinin üzüntüsüne karşı geliyor. 
Yaşarken hiç komik değil..
Daha bunlar benim iyi günlerim dediğiniz zamanlarda ise yeni bir felakete yelken açıp beklemeye alıyorsunuz kendinizi..
Yine karmaşık duygular hepimizin girip de içinden çıkamadığı..
Kimisi yazar, kimisi okur, kimisi yaşar..
Her yazıda bir sonuca varmak zorunda değiliz, her okuduğumuz şeyde de öyle, bazen havada kalır. 
Ama yaşadığımız şeyin sonu belli, ölüm!
Şimdi size iyi yaşayın, güzel yaşayın, kıymetini bilin, ama süper yaşayın, gayet hoş yaşayın, daha daha mutlu yaşayın diye bık bık edecek değilim aslında bunu yazmış olsam da..
Sizi, size bırakıyorum, kendimi de kendime..
Hayat 1-0 öndedir nasıl olsa. Bütün sayılar hızla yok olur. Hele sıfır kaybolur gider zamanda. Halbuki gökten zembille inmemiştir. Ne geçmişin yükü vardır üzerinde ne geleceğin kaygısı. Büyük buluştur, kehanetlerin başlangıcıdır.
Sıfıra sıfır elde var sıfırdır her bir taraf.. Bir o kadar büyük ve bir o kadar hiç. 
Çarp sıfırla ne elde ediyorsun gör bakalım.
Çarp kendini kendinle.. Dön bak aynaya.. O sensin işte!
Ve sen iyisin, hoşsun, güzelsin, dolusun!
Hayatın dopdoluysa, kafan karışıksa, uzun bir günün akşamında koltuğuna kurulup kendini rahat konumuna aldıysan zaten yazmak dahil hiçbir şey  umurunda olmuyor. 
Yaşıyoruz, yaşlanıyoruz.. Hızlı yaşa, çabuk yorul, bir anda gelip geçiversin hayat ve sen tadına bak, eyvallah etme..
Değer verdikçe bir yerleri kalkıyor çünkü! 
Halbuki sıcak bir kalp, başını koyabileceğin bir omuz, mırıldanan bir ses, sarıp sarmalayan kollar, şefkatle bakan gözler olsa hiç fena olmazdı. 
Neyse ne.. Aşktan bahsedecek değiliz burada, hepimizin inanmadığı ama her seferinde burnunu boka batırdığı, çıkmak isterken çıkamadığı, o acıyı bile sevdiği, aklın beş karış havaya çıktığı, gözlerin salak salak baktığı, romantik, erotik, kritik anlarda bile kitlenip potansiyel aşık kıvamından mütevellit kışkırtıcı olan bir o kadar da munis görünen şeyin içimize işlemesine izin verecek değiliz..
Hayal ettiğinde güzel çünkü, sinema filminde güzel, kitaptaki karakterlerin üzerinde güzel, müzisyenin melodilerinde güzel..
Davulun sesi hep uzaktan güzel!
Kapat hadi kapat

3 Haziran 2015 Çarşamba

Neyse






Hayatın pek çok kişiyle beraber geçiyor.. 
Komşuların, kuaförün, öğretmenin, mahallenin delisi, apartmanın kapıcısı, annenin arkadaşları, arkandan vuran, yüzüne söyleyen, ayağına çelme takan, sırtını sıvazlayan, çayını getiren, sırrını paylaşan, ödevini yapan, bale yapmayı öğreten ve saire..

Ama özel bir kişi de var muhtemelen, aradaki macerada tek olduğun, bazen çekinip bazen kaplan kesildiğin.. Yalanın dolanın olmadığı, gün yüzü gibi ortada, sırlarını açığa verecek kadar zayıf olabildiğin.. maskesiz, kendin olduğun..
Günahıyla vebaliyle yaşamak istediğin şeyler var, daha fazlasını istediğin şeyler de var..
İstiyorsan yapacağın şeyler bunlar, bazı şeyler geliyorum der çünkü, bazen habersiz de çıkagelir, canını yakar, her şeyi berbat eder. 
Ya da hiç alışılmadık şekilde mutlu eder. 

İlişki dediğimiz şey böyle.. icat edilmesi ilk insanlara kadar gidiyor olabilir. 
Erkek sevişmeyi bulduysa kadın da baş ağrısını bulmuştur kesin, buna karşılık erkek ağrı kesiciyi icat ettiyse kadın da bahane üretmeyi, trip atmayı icat etmiştir. Artık evliliği hangisinin bulduğu önemli değil..
Hepsi meraktan aslında..
Sonrası üreme, nesli devam ettirme..Baktılar bunun sonu yok, doğum kontrolünü buldular.

Neyse..
Bi çay içelim bari, fazla düşünmeyelim bunları, içinden çıkabileceğimiz şeyler değil! 








4 Mayıs 2015 Pazartesi

Kusura bakmayın, kusurlarınıza bakın!






Kendi yolunu biliyor musun? Ya da kendine bir yol çizdin mi?

Ne olursa olsun o yoldan dönmeyeceğim dedin mi? Dedin diyelim..

Yolda karşına çıkıp da felaket tellallığı yapacaklar var, seni tehlikeye atacaklar var, yolun sonu karanlık diyecekler var, biz farklı yöne gidiyoruz sen de gel diye kanına girecekler var.

Var bu lanet olasıcalar, olsunlar zaten.. Yoksa çok kolay olurdu ilerlemek.

Biz kolay işi de sevmeyiz. Sıkılırız yani.. İnsanoğlu bu, yaranamazsın. Zor dersin kolay ister, hafif dersin ağır ister, az verirsin çok ister, alacak gücü varsa beğenmez, imkansızı hedefler, olmayınca küser, gider.
Ahh bu biz!

Hepimizi bir kazana atıp altına kibrit çöpü çakmalı!

Çünkü hepimiz aynı hatayı yapıyoruz. Kazanmaya odaklı yaşıyoruz. Bu, beraberinde korkuyu getiriyor, çelişkiyi getiriyor. Böyle hareket edildiği zaman ise kararlarımızı mantıklı veremiyoruz. Kazanmaya ihtiyacımız olduğunda kazanamıyoruz.

Kumarbazlar para kazanmaya başladıkça durmazlar, kaybettikçe de durmazlar, kaybettiklerini telafi etme çabası vardır ya da kazandıklarının üzerine ekleme yolundadırlar. Sonuç odaklıdır hepsi..

Bizim hayatımızın sonu da belli: Ölüm

Bunun bir kazanç mı kayıp mı olduğunuz bilmiyoruz henüz ama yaşadığımız bir hayat var, sonuna kilitlenirsek yaşamdan zevk alamayacağız. Baştan kaybettiğimizi kabullenirsek yine aynı şey olacak.

En iyi tutum bağlanmamak, objektif olmak, gittiğin yolda başına gelebilecekleri öngörmekten geçiyor galiba..

Yorulduysan duracaksın, bekle biraz, sakin ol, nefes al, dinlenme alanı oluştur kendine, kimse arkandan kovalamıyor ama tembelliğe vurma tabi!

Kendini hazır hissettiğinde tekrar başla, umursamadan ilerle..

Masaya oturduğunda elini sağlam tut, restine rest ulan diyecek biri çıkar mutlaka ama her masada blöf çekilmez, dikkatli ol, yerinde zamanında doğru masada olacaksın.

Sınırlarını biliyorsan pas demezsin. Kendine güveniyorsan yoluna çıkanları kontrol altına alabilirsin. Bedelini ödeyeceğin şeyleri kestirebilirsin.Elindeki iki as'a güvenmeyeceksin. 
Son kağıtlar açılmadan kazandım demeyeceksin.


Beni neden pokere bulaştırdığının hesabını vereceksin..;) 



30 Nisan 2015 Perşembe

Hayat meçhul





Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.. Gökten üç elma düşmüş.. Sonsuza dek mutlu, mesut yaşamışlar, boy boy çocukları olmuş diye biten ne masallar dinledik değil mi? 

Filmlerde gördüğümüz, kitaplarda okuduğumuz şeyler maalesef gerçek hayatta yaşanmıyor. 
Bir memur olabilmek için tırnaklarınla kazıyor, saçını süpürge ediyorsun. 
Öğretmenlik için yıllarca atama bekliyorsun. Sen de okudun, sen de çalıştın, sen de güzelsin, sen de akıllısın, eksik değil bir tarafın kimseden..

Ama beyaz atlı prensi bulamadın, asgari ücretle çalışıyor, ay sonunu zor getiriyorsun. Mağazada gördüğün kırmızı elbiseyi alamıyorsun, kredi kartlarını ucu ucuna ödeyeceğim diye Ali’nin takkesini Veli’ye, Veli’ninkini Hasan’a giydiriyorsun. Kimse yollarına gül dökmüyor, şarkılar, şiirler yazmıyor. Debelenip duruyorsun, önce aile baskısı yaşıyor sonra koca ve çoluk çocuk sorumluluğu alıyorsun. 

Düşüyorsun kaldıran olmuyor, sevdiğin kişi aldatıyor. Ne kadar gereksiz insan varsa çevrende dolanıyor, sülük gibi kanını emiyor. Bir gram huzur bulmak adına yıllarını veriyorsun. Çektiğin acılar alışkanlık haline geldiğinde hissizleşiyorsun. Gençliğin heba oluyor, baktın ki yüzündeki çizgiler fazlalaşıyor işte o zaman kıymete biniyor yaşam, bu sefer de hevesin kaçıyor, enerjin olmuyor. Cesaretini kediler kapıyor gibi gibi..

Güvende olduğumuzu bilseydik sonunda hiçbir şeyin önemi kalmayabilirdi belki de.. Hayata ve beraberinde getirdiği acılara teslim olabilirdik.

Alay etmeyeceklerini bilsen çıkıp meydanda bet sesinle şarkı söyleyebilirdin. 
Ölmeyeceğini bilsen uçurumdan atlayabilirdin. Kovulmayacağını bilsen patrona küfür edebilirdin. 
Hasta olmayacağını bilsen serin yağmurlar altında saatlerce ıslanabilirdin. 
Paraya ihtiyacın olmasa çalışmayabilirdin.

Ama hayat meçhul, hiçbir şey garanti değil. Yaşanmış örneklerden ders almak yerine kendi hatalarımızla yüzleşmeyi yeğleriz. Bunu genellemiyoruz tabi ki.. 

Nehirden karşıya geçmek isteyen birinin akan suya kapılıp gittiğini görürsen o nehirden geçmezsin. Aklımız bizi mantığa, duygularımız ise vicdana yönlendirecektir.

Ve hayat, hiçbir zaman hayal ettiğimiz gibi olmayacaktır. Buna rağmen yaşamaya devam edeceğizdir..


Ne demişler; ’Bir sonraki sayfadadır belki umut diye ne kitaplar bitirdik’


28 Nisan 2015 Salı

Başlarım tertibine, düzenine





Şimdi, pek çoğumuz hayatına baktığında ne kadar düzenli olduğunu görür. Sabah işe gidilmek üzere kalkılır -okulsa okuldur bu.- Yüz yıkanır, giyinilir, kahvaltı yapılır, bu arada hep saattedir gözün. 

Gittiğin yerdeki görevlerini yerine getirirsin, akşam olduğunda çıkarsın aynı yolları teperek eve gelirsin, yemek yersin, ailenle vakit geçirirsin, yatarsın vs. 
Bu bir disiplin gerektirir. Bu kadar düzen ve disiplin ise rutine bağlamana sebep olur. Rutin olmak ise bir müddet sonra mutsuzluğu yanında taşır. Bu sefer de mutlu olmanın yolları aranırken mutsuz olunur. Zincirleme hadise gibi..

Çalışan bir kadını örnek verelim, bu bir doktor olsun, aman yanlış anlaşılmasın kariyeri doktorluk olan bir annedir bu.(Sağlık Bakanı'nın sözlerine ithafen siyasi mesajımı da buraya yazayım da tam olsun dedim) 

Sabah çocuklarıyla birlikte kalkar, onlar hazırlanana kadar kahvaltılarını hazırlar, servisle okula gönderir ve hızla kendisi hazırlanır. Kahvaltıda ekmek yememeye gayret eder. Çayına şeker atmaz, kıyafetlerini birbirine uyumlu seçer, mevsimine göre geçirdiği ayakkabılarıyla hastanenin yolunu tutar. O gün klinik görevi dışında bir de ameliyata girecektir. Öğle yemeğini salata ile geçiştirir. Kendi kendini -yüzmeye giderse eğer- kilo vereceğine inandırır, sabahları ise yediden önce kalkıp akşamdan kalan ev işlerini tamamlamaya hazırlar. Eve gelirken markete uğrar, yemek için malzeme alır, evine girince soluk almadan mutfağa girer, yemek yapar, ailenin diğer fertleriyle birlikte yemek yerler, çocuklarıyla biraz vakit geçirir ve uyurlar.

Her şey ne kadar da tıkırında.. Bu kadının işi var, evi var, arabası var, parası var, kocası ve çocukları var, hepsi sağlıklı, huzurlu, planlı programlı bir hayatı varken mutsuz olmak ne haddine!

Hatta bu ne lükstür kardeşim, yiyecek ekmek bulamayanlar var..

Ama kadın mutsuzdur, gündelik anlık değişimler hayatının gidişatını etkilememektedir. Bir düzen içinde geçen günler sıkılmasına sebep olur. Madalyonun diğer tarafı da vardır. Yapacağı değişiklikler birçok şeyi kaybetmesine yol açabilir. Bunları yitirmeye kimsenin göz(t)ü yemez.

Mutsuz ve düzenli hayatına devam edecektir, birçoğumuz gibi..

Hayatı kontrol edip, kendi üzerimizde disiplin sağlamanın ağırlığı vardır. Bu baskının sonuçlarına katlanmak zorunda olduğumuzu kabul etmenin ağırlığı ise paha biçilemezdir.

Tınmasak nasıl olur?
Valla yaa.. Bırakalım da çocuk odayı dağıtsın, tabağındaki yemeği bitirmesin,  kedi kuma işemesin, kocanız odayı boyasın, karınız da saçlarını, çorbanızın tuzu birazcık fazla oluversin- sen öyle seviyorsun çünkü- herkes kendi işini kendisi yapsın, sen insansın makine değil, kurmak zorunda değilsin hayatını, olan olur, ölen ölür..
Üstelik bu bir hayat savaşıysa eğer, merak etmeyin savaşın kaybedeni ve kazananı olmaz. Bırakmanın tadını çıkarın, gerçek zaferle tanışın.

Araba kullanırken direksiyonu bırakıp gaza basmak gibi bir şey bu.. 
(tv programlarında adamın biri bacağını kıçına kaldırırken ya da ağzındaki benzini elindeki ateşe fırlatırken altta yazan ‘sakın denemeyin’ yazısı vardır ya, hah işte o yazıyı yazdığımı farz edin buraya)

Yani dünya sizin planlı hayatınızla daha iyi bir yer haline gelmeyecek dostlar.
Bu durumda oluruna bırakacağız. Olmazsa tekrar bırakırız..

Hani bir hoca öğrencisine ‘burada bir taş var, bu aklının içinde midir yoksa dışında mı’ diye sormuş ya.. Öğrenci de hocanın felsefi açıdan zengin bir cevap beklediğini düşünerek:
-Her şey aklımızın yarattığı bir nesnelliktir, demiş. Hoca da:
-Eğer bu kadar bir taşı kafanda taşıyorsan kafanın baya ağır olması lazım, diyerek öğrenciye dersini vermiş;  işte o hesap..

 Dünyanın yükü dünyada kalsın. 




6 Nisan 2015 Pazartesi

Filmlerden en güzel dans sahneleri






Sinema müziksiz olmuyor hele de içinde dans varsa güç katıyor, renk katıyor, eğlence katıyor, tadından yenmiyor..
Baştan sona kocaman bir dans sahnesi olan filmleri ve müzikalleri bir tarafa koyarsak içinden dans çıkan filmlerde şöyle bir gezinelim diyorum, bu liste benim çok sevdiklerim arasından seçtiğimdir, kim bilir şu anda unuttuğum niceleri vardır.. 

Pulp Fiction (John Trovolta, Uma Thurman) 



Dirty Dancing ( Patrick Swayze, Jennifer Grey) 






Gilda (Rita Hayworth) 



Singin' in the Rain Gene Kelly) 




Scent of A Woman  (Al Pacino)  





Shall We Dance (Jennifer Lopez, Richard Gere) 








Zorba The Greek ( Antony Quinn) 




Saturday Night Fever (John Trovolta)




Rock'n'Rolla ( Gerard Butler) 





Silver Lining Playbook ( Bradley Cooper, Jennifer Lawrance) 




Dahası var.. Love Actually filminde Hugh Grant'ın birden çıkıveren dansı, Cruising filminde çılgın Al Pacino dansı, Slumdog Millionaire filminde doyamadığımız Hint dansı, Zorro filmindeki Antonio Banderas'in performansı, Grease filmindeki her sahne, 'What is Love' şarkısında Jim Carrey'in kafa hareketleri,Jim Carrey demişken The Mask'ı da unutmamak gerek, Charlie Chaplin'in Modern Times daki dansı hiç unutulmayacaklar arasındalar ve ne kadar güzeller.. 




9 Mart 2015 Pazartesi

Pazartesi'ne tüküreyim




Pazartesi’nin geleceğini bilmekten Pazar günlerinin zevkine varamaz olduk.
Komple ama.. çalışan, çalışmayan, okula giden, gitmeyen.. İlk defa pazartesi görmüş gibi davranıyoruz, yapmayın gözünüzü seveyim, büyüdünüz artık!

Pazartesi’nin dili olsa da konuşsa herkesin kendinden nefret ettiğini haykıracak nerdeyse.
Bi kere pazartesi bir sendrom değil.. Down mı bu, Asperger mi, Stockholm mü, Kaçış mı, Huzursuz Bacak mı, ne yani? Niye bu kadar dert ediyoruz ki?

Ağrıyan baş, sıkışan kalp, yürümeyen ayak, kalkmayan kol hep pazartesinin suçu.. Üstelik hava kapalıysa iyice boka sarar. Bitmek bilmeyen saatler yaşanır. Trafik pazartesi sabahları normalde olduğunun iki katıdır. Ne kadar ibne patron varsa pazartesi sabahına toplantı koyar. Zihin açık olur diyen matematik öğretmeni sınav yapar. Hep pazartesi sabahı geç kalınır.
Lanet olsun, yine mi pazartesi, derken insan bi düşünmeden edemez, Amerika’nın, İsrail’in bir oyunu mu diye! İsviçreli bilim adamlarının araştırma çabalarının boşa gitmesi de bunu destekler niteliktedir.

Nedir çektiğimiz bu haftanın günlerinden.. Pazartesiye sendrom deriz, Salı sallanır, kararsızdır, Çarşamba çarşafa dolanır, Perşembe perişanlık, ee ne kaldı geriye?

Korkmuyoruz millet..geleceği varsa göreceği de var pazartesilerin..

Sen giy zırhını, kuşan silahını, bekle..

Ne demiş Sait Faik;

Yürü geç git! Lalettayin bir Mart gününün lalettayin bir Pazartesisi! Gideceksen git! 


18 Şubat 2015 Çarşamba

Ne çektik be şu yıldızlardan





Bu gece yeniay adı verilen ay ve güneş kavuşumunun gerçekleşmesi nedeniyle yüksek enerjili bir duruma geçmiş bulunacağız. Kovaları ve balıkları etkileyen bu dönemde Satürn’ün çabayı, Neptün’ün bolluk ve bereketi temsil ettiği varsayarsak bu burçları oldukça hareketli günlerin beklediğini söyleyebiliriz.. bla bla bla

Merak etmeyen, okumayan, bilmeyen kaldı mı?
Burcun ne? Diye sormayan var mı?
Yok!

Aa sen yengeç burcusun, biz hayatta anlaşamayız, diye ilişkiyi başlamadan bitiren mi ararsın, çocuğum terazi burcunda doğsun diye ameliyat gününü ayarlayan mı ararsın, evlilik tarihini Venüs’ün durumuna göre belirleyen mi ararsın!

Bazı kuruluşların, mekanların açılış tarihlerine göre yükselen burcunu bile tasarladıkları şeyler var yahu!

‘Bugün yapacağınız işleri parasal getirilerine göre değerlendireceksiniz, yakın çevrenizle iletişiminiz aktif olacak, arkadaşlarınızla plan yapmak için harika bir haftaya giriyorsunuz, ilişkinize bir soluk getirmek için aktivitelerde bulunabilirsiniz, iş ilişkilerinizde daha açık olun, harcamalarınızı kısın.. Hadi lan oradan!

Balıklar duygusaldır, yengeçler yan yürüyüp yan çizerler, kovalar özgürlüğüne düşkündür, başaklar titizdir, ikizlerin ne bok yediği belli değildir, koçlar liderdir, aslanlar kraldır, akrepler sokar, teraziden dost köy ekmeğinden tost olmaz.. Niye kendimizi bu kalıplara sokuyoruz ki!

Efenim astroloji bir bilim dalıymış. Biz bilim dallarını da siktir ettik..
Okuduk, bilmediğimizi öğrendik, bildiğimizi pekiştirdik, gerisini koyuverdik..

Ulan nolucak anasını satayım, düşsen, yorulsan, dağılsan, yenilsen, yanılsan, yarılsan nolucakk? Sonuçta öyle de mutsuz, böyle de mutsuz.. En azından yapmadım da mutsuzum demezsin!

Venüs sana saçmaladığın yerleri fark etme enerjisi veriyorsa ne ala.. Yoksa sanane Jüpiter ile Satürn’ün tam kare yaparak Başak’a girmesinden.. Merkür gerileyince mutlu mu oluyorsun, para mı kazanıyorsun, dönsünler dursunlar yörüngelerinde, sen kendine bak, vicdanına, ruhuna.. Bırak artık hangi burcun neyi nasıl yaptığına..

Artık mutluluğun resmine bakmayacağız.. o resmi biz yapacağız!

Selamlar olsun Abidin Dino’ya da..


11 Şubat 2015 Çarşamba

İnsanlar sahip olamayacakları şeyleri isterler




Tam bir klişe!

Ve aslında bu insan davranışının faktörüdür. Tamam böyle kabul edelim, bazı gerçeklerden kaçılmıyor.
İlişkiler dediğimizde ise dünya duruyor. Çünkü hayatın anlamı mutlu bir beraberlikten geçiyor. Bazılarımıza göre.. 
Bana göre hiç değil!

Hayatın bir anlamı varsa eğer onu ilişkinin dışında aramak gerek, böylece o insan sizin tüm hayatınız olmaktan çıkar. Mutlu olabilmek için tek kaynağa başvurduysanız onun değerini gözünüzde büyütürsünüz. Yani, ‘o benim için hayatta tek, o giderse yaşayamam, dünya başıma yıkılır, kalbim durur’ gibi söylemler acizliğinizin altına imzanızı atmaktan başka bir şey değildir. ‘Tamam bakalım, neler olacak, belki de nefes alabileceğim bir boşluk oluşacak’ gibi bir düşünce tarzı ise sizi daha çekici kılacaktır.

Kimseye hayatında değerli olan bir kişiye kapıyı göstersin falan demek istemiyorum. Sadece yaşamın diğer alanlarından da zevk almalı diyorum. Çeşnisi bol bir dünyada yaşıyoruz, eğer mutluluğunuzu bir kişinin tekeline bağlarsanız sonunda zırlayan siz olursunuz.

Burada yanlış anlaşılmamak adına belirtmek isterim ki ‘gidin bir başkasıyla olun’ değildir çıkarılacak sonuç. O birisi hayatınızdayken ve siz aslında çok mutluyken kapılarınızı dünyanın üzerine kapatmayın. Sizi mutlu edecek daha o kadar çok şey var ki..
Bu durumda ilişkinizde yaşadığınız ufak bir sorun büyümez, büyüse de siz bunu sklemezsiniz. Çünkü zevk aldığınız hobileriniz, sevdiğiniz arkadaşlarınız vardır. Aileniz size destek olacaktır, dereden sular şırıl şırıl akıyordur, gökyüzünde kuşlar uçuyordur, minik bir kedi size sırnaşıyordur, sokaktan geçen çocuk gülümsüyordur, ellerin boya yapabiliyor, bacakların koşabiliyordur, hala arkandan laf atan olabiliyordur, göz kırpma yetini kaybetmemişsindir.

Ona içeride kendisine ait olduğunuzu fakat kapının kapalı olmadığını, her an dışarı çıkabileceğinizi hissettirirseniz eğer ne ala!

Fakat biri sizin varlığınızdan ve o varlığın hep orada duracağından eminse kaybedişinize kadeh kaldırabilirsiniz.

Kolunuz ağrıyor ve doktora gidiyorsunuz. Doktor diyor ki, eğer kolunuzla ilgili dediklerimizi yapmazsanız kolunuzu kesmek zorunda kalabiliriz. Kolunuzu kaybedeceğinizi anladığınız zaman onun kıymetini de anlıyorsunuz. O hesap işte!

Bu şüpheyi onun kafasına yerleştirin ve hadi bir sigara yakın.. Hak ettiniz..

Sonra da bana yazın, sigaranın tadı nasıl, ne gibi, nasıl tarif edilir?


Sigara içmeyenlere not: birkaç satır üstteki tavsiye sigara içenler içindir, sakın siz alınmayın üzerinize..


27 Ocak 2015 Salı

İlahi hayat, sen adamı acı acı güldürürsün





Yalan yok. Bıktım!
Sevgi neydi, emekti..Okumak neydi? İyi bir hayatın vizesi dediler, okuduk, ne oldu? 
Ütüsü, bulaşığı, temizliği ayrı ayrı canımdan bezdirdi.

Yine de beddua edemem bu hayata, Allah ne mutluluğu varsa versin tüm insanların, Özdemir Asaf deyimiyle..
Haktan hukuktan yana bir beklentisi olmayan herkese de selam olsun. Sigortadan kaç gün geçmiş, emekliliğe kaç gün kalmış derdinde bir hayat sürüyoruz cümleten. 

Akşam olup da tüm günün yorgunluğundan kalan şeye 'enerji' deyip avunuyoruz. Adil davranmayan hayatı kime şikayet edeceğimizi bilmiyoruz. Beyaz bir kağıda dilekçe yazıp, arz ederim diye bitirip evrak servisinden bir kayıt numarasıyla bürokratik işlemleri bekleyecek halimiz yok..Ya da var.. Bilmem ben! 

İyisi mi mektup yazalım: 
Sevgili İlgili; 
Bu hayat beni tutuyor, afakanlar basıyor, haksızlığa uğradığımı düşünüyorum, adaletsizlikten nefes alamıyorum. Ancak kime gideceğimi bilmiyorum. Başvurduğum mercilerde prosedürlere takılan çok şey oluyor. Bi el at be gözünü sevdiğim..
Diyebiliriz ama alıcı adresini bilmiyorsak boşa kürek sallamış oluruz. 
Sözlerin uçuculuğuna yazıların kalıcılığa o kadar inandırmışız ki kendimizi, insan umutlanıyor işte..
Dağ gibi ütüye inat iki satır karalıyorsak şurda umudumuzu kaybetmediğimizdendir. 

Velhasıl kelam, bir yolculuk öncesi şeyettireyim dedim buraya. 
Böyle ne olduğu belli olmayan mevsimleri de sevmiyorum, ne dolasam boynuma, ne giysem üzerime de rüzgar üşütmese diye zaman çürütüyorum. Tıpkı ne olduğu belli olmayan insanlar gibi..Nasıl davransam, ne desem, nasıl yaklaşsam, nasıl baksam da ciğerlerim ısınsa..