30 Haziran 2014 Pazartesi

Şarkılardan film yapmak

Bir kaç haftadır yazmak istiyordum. Düşüncelerim parmaklarımın ucundaydı ama parmaklarımda takat yoktu. Diyeceklerim ise hala içerilerde bir yerde çıkmamak için direniyorlar. 
Alacağı olsun onların..ne işin var orada.. çık gez işte.. bak beyaz sayfalar bunun için var.. bizim için var.
Aa bu arada beyaz sayfalardan uzak kalmış olabilirim ama yedinci sanattan kopmadım. 
Bazen yıllar boyu dinledikten sonra uzunca süre rafa attığım şarkıları da çıkardım, içinde kayboldum. Biri yoksa biri var, her şey bizim için..
Neyse lafı fazla dolandırmadan size bol şarkılı filmlerden birkaçını sunayım: 


ONCE:


Bu filmde müzik tam da olayın içinde, sokakta, kalpte, her yerde..Kaderleri aynı paralellikte giden bir erkek ve dişinin hem duygusal hem de müzikteki yeteneklerinin birleşmesini anlatır. 
Ve aşk, güzel bir şarkı olarak kalır. 



WALK THE LİNE: 


Johnny Cash'in yaşamını anlatan bu film biyografik özelliği nedeniyle farklı bir yere sahip. İzleyin ve müziğin ritmine kaptırın kendinizi..



BLUES BROTHERS: 



Bu filmi izleyip de suratında gülümseme, ruhunda huzur, etrafında mutluluk olmayan biri var mı merak ederim. Klasiktir, külttür, hakkında fazla konuşmamak, izlemek gerekir..



THE DOORS:



Jim Morrison'u Val Kilmer'ın canlandırdığı filmde, Meg Ryan'a da hippilik epey yakışmıştı. Müzikler için izlenebilir. 


RAY:


2004 yapımı başrölünü Jamie Foxx'un oynadığı Ray Charles'ın hayatını anlatan filmdir. Efsane şarkıcının müzik ve özel yaşantısının dışında yine muhteşem melodilerle keyifli anlar yaşatır. 



UNDERGROUND:



 

Emir Kusturica ve Goran Bregovic der ve susarım, müzik konuşsun..




17 Haziran 2014 Salı

Ne söylersen söyle, karşındakinin anladığı kadarsın




Aslında çok şey istemiyormuş insan, biraz anlaşılmak istediğinde..Kimse kimsenin yarasını görmeden merhem olamıyor çünkü. 
Kanayınca bacağın bir tentürdiyot, bir sargı bezi, bir yara bandı uzatan olabiliyor ama kanayınca ruhun! 
İç kanama işte, uzmanı bilebiliyor..
Seni iyi tanıyan, huysuzluğuna tahammül eden, kurumuşluğuna sağanak olan, güneş olan, çiçek olan, böcek olan birisi.. 
Bir kase sıcak çorba içini ısıtan, bir bardak çay, kimi zaman da serin bir ağaç gölgesi.. 

Uzman bu..
Kanaman ise ağır, için için..
Yoğun!
Ne çok korkuyorsun, ne çok acıyor ruhun.. Bıraksan kendini, uzman işini yapacak ama kendi zehrinle boğulacak kadar inatçısın..
Kendine yettin şimdiye kadar, yine öyle olacağını düşünüyorsun.
Düşünme! 
Anlaşılmak da anlaşılmamak kadar güzel olabilir, göster yaranı! 
Sen kazanacaksın.. Hayat senin! 



2 Haziran 2014 Pazartesi

Sherlock Holmes

Bu kadar fazla deha sinirlerimi bozuyor, aptal hissettiriyor, hayran hayran ekrana kilitliyor, saçmalatıyor, hayat, yemek, aşk, müzik vs. her şeyden uzaklaştırıyor..
Daha önce neyi bekledim bu kadar diye düşündürtüyor (bebeklerim hariç) 







Tamam kabul ediyorum, bazı şeyler ruhuma iyi geliyor ama bir ekranın ötesinden kafamın içine yerleşen, bitecek diye ödümü koparan ama bir taraftan da sonunu merak ettiren bu şeye gıcık oluyorum, üstelik çocukluğumdan beri.. Bi bitmediniz anasını satiim demek geliyor içimden sonra da iyi ki bitmedi diyorum.. 





Bu sarsıntı insanı hoşnut ettiği gibi rahatsız da ediyor! Nefret edilesi bir aşkla bağlanıyor insan. O detaycı yaklaşım, mantıklı mantıksız tüm ayrıntıların birbirine bağlanış şekilleri kafa karışıklığı yaratıyor.







Tabi ki Sherlock Holmes'u bu kadar gerçekçi kılan yazar olan Sir Arthur Conan Doyle'un ustalığı ve hikayeye büyü katan şehrin Londra olması.. İşte bu sağlam temeller sayesinde macera günümüzde de devam ediyor.. 
Hem de hiç alışamam diyebileceğiniz bir Sherlock bebesinin gönlünüze taht kurmasıyla..
Gel de bekle şimdi!