26 Nisan 2014 Cumartesi

Biri olmanın bin bir türlü yolu var, kendimiz olmanın ise tek yolu



Geriden gelirim bazı şeylerde, herkes geçip gitmiş olur. Bu bir yarış değil ki, öyle bile olsa bile ben yarışın içinde hissetmedim kendimi. Hayat bu ve ihtimalleri var. 

Kesin değil, net değil ama rutin mi, evet rutin..






Sonradan dinlesek de olur bir şarkıyı, diğerleri eskitip attığında senin ruhunda can bulsa da olur. 
Kırmızı şarap içmesek de olur mesela..
Her sıkıntıyı, otu boku konuşmasak da olur, bazen sükun hepsinden değerlidir. 
Hep güler yüzlü olmasak da olur, sert bakmak lazım bazı kimselere, bazı olaylara.. Galip olmasak da olur, insandır beşer şaşar, eksilip değişmeden, düşüp kalkmadan, deneyip yanılmadan insan olmuyor hala..
Korksak mesela, olur mu? 
Neden olmasın, harbiden kaygılansak, üç buçuk atsak..
Ama coşsak daha güzel olur.. 
İki kadehte de düşebilir başımız, dik durmak niye? 
Yalpalanıp da ayağa kalkan yine kendimiz olduktan sonra kime ne?
Hayatın kuralları ve rutini var ne yazık ki!
Neyse ki hikayeleri de var..

Hadi yine iyiyiz, bugün de avunduk!








22 Nisan 2014 Salı

Sadece Aşıklar Hayatta Kalır



Şimdi size bir filmden bahsedicem ama öyle sinema eleştirmenleri gibi fantastik bakış açısıyla, entellektüel dokunuşlarla, perspektif amacını yansıtmaya çalışan spesifik sözlerle değil..
Öncelikle film çok kuul abi ya! 
Vintage tarzı gitarlar, edebi ve müzikal göndermeler, soğuk nevrotik bakışlar, arz-ı endam eylemeler, loş ortamlar, dağınık, salaş stiller, romantizm ve aslında pek de alışık olmadığımız postmodern vampir duruşu..




Tilda (Swinton) zaten manyak bir kadın ama burada Tom'un(Hiddleston) hakkını yememek lazım. Bulundukları mekanların yaratıcılığı, kullanılan müziklerin harikuladeliği beni benden aldı desem abartmış olmam. Özellikle bir dans sahnesi var ki bittim! 



Filmde dikkat çeken detaylar var. İsimlerinin Adam(Adem) ve Eve(Havva) olması, Goethe'nin ruhunu şeytana satan karakteri Dr. Faust'un adını kullanması, Tilda'nın giydiği etnik kıyafetle dönerek dansetmesinin Mevlana'dan esinlenilmesi gibi..Ve aynı zamanda teknolojinin imkanlarından yararlanılması, içecekleri kanı satın almaları günümüzde vampir hikayesinin nasıl olacağını gösteriyor. 


Ben sevdim millet, içim çekildi izlerken.. Siz de izleyin! 



7 Nisan 2014 Pazartesi

The Everlasting

(Fotoğraf: Fatih Uysal)

Günümüzde insanoğlu kendiyle ve onu oluşturan doğa ile bir sınav içinde. Ölüm-kalım savaşı gibi ama yenilgiyle bitecek olması gerçekliği insanı hırslı kılıyor. İnsan doğayı, zamanı, dostlukları, arkadaşlıkları, sevdaları acımasızca yok ederken, insanın içinde var olan siyahın baskın gücünü gördükçe hayrete düşmemek elde değil. Siyahın bu gücü karşısında, dağılmış çemberin kenarlarına sıkışmış beyazın cılız ışığı her şeye rağmen umut taşıyor.

Kendi içimizden başkalarının gözüyle bakmak deyimi vardır.Bunun yöntemi içimizdeki karanlıkları temizlemekten geçer belki de, yoksa tüm dünya karanlık görünmez mi gözümüze?
Kör karanlıklara mahkum, ufacık ışıklara hasret yaşamaktansa dünyamızı renklendirmek gerekmez mi? 
Belki de tünelin sonunda ışık göreceğimiz umuduyla çıkmışızdır yola, bir aydınlık, bir ışık hüzmesinin çekiciliği buradan geliyordur belki.. 

Boşa kürek çekmediğimizi düşünmek gerek, boşa bile olsa kürek çekmek lazım.. 
(Fotoğraf bunu ne de güzel özetliyor.) 
Ya da buna mecburuz, uzak gibi görünse de, umut kaynağı orada çünkü..
Karşıtlıklar olmasaydı, -düşünsenize gece ile gündüzün olmadığını- nasıl olurdu dünya?
Aydınlığa uyanmak için uyuduğumuzu bilmek de güzel.
Zira kendisi ile çelişen çiftlerin bütünüdür evren! 

Bırakın sonunda içinizdeki renkler açığa çıksın. Rengarenk bir evrensel yaşamın çabasında olalım. Tam yol ileri, ileride aydınlık bir gelecek var çünkü.. Olmasa da ona giden yolda yaşanacaklar var..