Yasak mı? Yok canım! O bir nabız yoklaması.. Her şeyde olduğu gibi önce yumurtlarlar sonra tepkilere bakarlar. Kayda değer ise vazgeçerler, sus pus olunduysa üzerine giderler caanım ülkemin siyasetçileri.. Facebook da durum bildiriliyor, canı sıkkın, iyi hissediyor vs. Yabancı arkadaşlara bakıyorum da hep harika hissediyorlar, bizimkiler ise mutsuz, üzgün, süzgün, kahrolası, lanet edesi, küfredesi durumlara sahipler! Hüzünlü bir ülke bu ülke.. Güneş herkese aynı şekilde parlamıyor, yağmur eşit yağmıyor, kiminin ekinini sularken kimine sel olarak geliyor. Geçmişinde kan ve gözyaşı var. Yaşamak değil de ölmek biçiliyor insanlara.. Hep başarısız siyasetçilerin elinde yönetilmeye çalışıyor. Coşkusu kursağında kalan bir ülke.. Ne sevinmeyi bilen ne üzülmeyi, bir çuval inciri berbat eden! Filmlerimiz acıklı, yaşantımız boktan, şarkılarımız ağlak, romanlarımız hazin.. Gençlerimiz umutsuz, kadınlarımız depresif, erkeklerimiz anlayışsız, çocuklarımız ?? Ehh işte onlarda birazcık ışık var ama büyüdükçe sönecek bir ışık. Söndürürler! Biz hepimiz mutluluğu tarif edemeyecek kadar mutsuzuz.. Hatırlatın da bir ara yaşayalım hiç olmazsa..
Yazmaya başlayana kadar düşüncelerimden iki köprü, beş bina, bir rezidans, sekiz bungalov tasarladım halbuki mimar falan değilim. İnşa ettim, halbuki müteahhit değilim. Dış cepheyi bitirdikten sonra iç tasarımını da yaptım, halbuki iç mimar da değilim. Bu şehirden kaçış biriktiriyorum. Epey oldu, biraz daha olsa koleksiyon haline gelecek. Halbuki koleksiyoner hiç değilim. Neyse ki ne olmadığımı biliyorum. Çocuklar ölüyor dünyada, kardeş çocuklar.. Ne kadar masumlar, ne kadar çaresiz..Siyasi şeylere kafam basmıyor, bu yüzden anlam aramak gereksiz hale geliyor. Sen boykotunu yaparken devletin ticaretini yapıyorsa zaten anlamı yok hiçbir şeyin.. Yerin dibine batsın siyasetiniz demekten başka söz bulamıyorum. Kaç hikaye dönüyor aynı anda kafamda..Kaç mücadele sürüyor bedenimde, kaç kere yenik düşüyorum hayata. Yeniden toparlanana kadar kaç zaman geçiyor, neler kaçırıyorum o zamanlarda.. Bıktım ben yaa.. Şimdi inşa ettiğim rezidansların birinde bir fincan kahve içtikten sonra yine kendi yaptığım köprünün birinden atıcam kendimi aşağıya! Aşağıya da sert bir beton çizelim de paramparça olsun kafa, beyin!
Kaldırımın kenarından yürüyorum, gecenin bir yarısı, saatime
baktığımda tam 03.30 u gösteriyor. Konser gibi bir eğlenceden çıktığımı
hatırlıyorum, ailemle birlikteydim ama onlar şuan yanımda değil, yalnız,
başıboş yürüyor ve nereye gideceğimi de bilmiyorum.
Hava sıcak,
gecenin bu saatinde bile dal kıpırdamıyor, caddeler şenlikli, bu saatte
dükkanlar açık, insanlar alışveriş etmeseler de bir yerden bir yere giderlerken
vitrinlere bakıyorlar, kaldırım epey kalabalık, çoluk çocuk, genç yaşlı herkes
sokaklarda..
Genç bir çocuk kemanıyla Quizas quizas quizas adlı Akdeniz
ezgisini çalıp söylüyor, öyle huzurlu geliyor ki melodi ama gitarla çalınan bu
şarkıyı neden kemanla çaldığına anlam veremiyorum.. Arada Türkçesini de
söylüyor; ‘eğer dans etmek istersen, kırık kalpler sokağında’ diye gelip
geçenlere yaklaşıyor. Cebimden çıkardığım üç dört adet bir liralığı uzatıyorum
ve yol boyunca ilerliyorum, karşı tarafta bir benzinlik var, önünde oturmuş iki
taş devri kılıklı adam da dileniyor. Görmezden geliyorum.
Daha ilerledikçe yokuş yukarı çıkmak zorunda kalıyorum,
burada tenhalaşıyor sokak ve tuhaf şeyler hissediyorum sanki yolunda gitmeyen
şeyler var gibi, tek tük kalan insanlar yüzüme bakıyorlar korkuyla. Ben ilerlemeye
devam ettikçe o tarafa kimsenin gitmediğini fark ediyorum.
Arkamı dönüp baktığımda kalabalığın bir yerde toplanmış
olduğunu görüyorum. Geçtiğim yolları tanımıyorum, daha önce oradan geçtiğimi
hatırlamıyorum. Biraz daha ilerledikçe şehrin bir köyle birleştiğine şahit
oluyorum. On- on beş hanesi olan ıssız bir köy, elektrik yok gibi, karanlık her
taraf, birkaç gaz lambasıyla aydınlatılmış evlerin önünden geçiyorum, ahırları
var, ineklerin seslerini duyuyorum ve gübre kokusu alıyorum.
O modern, karnaval havasındaki şehrin hemen dibinde böyle
bir köyün olabilmesini anlamlandıramıyorum. Zaten baştan sona karmaşık her şey,
sanki normalmiş gibi görünse de..
Ailem nerede bilmiyorum, neden onlardan ayrıldığımı da.. En
son hangi anı yaşadım da şehrin sokaklarında yürümeye başladım hiç
hatırlamıyorum. Başıma kötü şeyler gelecekmiş gibi hissediyorum.
İlerlemeye devam ettiğimde bir umumi tuvalet görüyorum,
hemen içeri girip ihtiyacımı gidermek istiyorum. Sadece baylara ait ama etrafta
kimse olmadığı için sakınca görmüyorum. Fakat girer girmez pisuvarın altında bir
karaltıya rastlıyorum, etraf o kadar kötü kokuyor ki..
O da ne? Bir ceset!
Kimin nesi olduğuna bakmadan koşarak uzaklaşıyorum ama ölü
olduğundan o kadar eminim ki!
O kokunun başka açıklaması olamaz!
Koştukça ayağım bir şeylere takılıyor, iyice panikliyorum,
düşüyorum, bir cesedin üzerine düştüğümü sonradan fark ediyorum. Ve bir ceset
daha.. bir daha.. Etraf cesetlerle dolu!
Savaş gibi, katliam gibi, korku filmi gibi..
Bu tarafa gelen herkes ölmüş ya da burada yaşayanlar.. Sağ
çıkacağımı sanmıyorum, bacaklarımdan akan sıcak şey altıma kaçırdığımı söylüyor
ve bu durumda bunun rüya olmadığını anlıyorum. Her şeyi hissediyorum!
Kendimi toparlayıp geldiğim yere yöneliyorum. Köyün içinden
geçerken birkaç gaz lambası ışığı olan evin de karanlığa gömüldüğünü görüyorum.
İneklerin sesini duyamıyorum, gübre kokusu ise yerini daha kötü bir kokuya
bırakmış. Koşarak geçiyorum. Yokuşun başına geldiğimde ise caddedeki tüm
kalabalığın olmadığını anlıyorum.
Herkes ölmüş!
Ben varım.. Yaşıyorum korkudan titreyen bir halde.. Ölümün
yaklaştığını duyuyorum..