31 Temmuz 2014 Perşembe

Hatırlatın da bir ara kahkaha atalım





Yasak mı?
Yok canım!
O bir nabız yoklaması.. Her şeyde olduğu gibi önce yumurtlarlar sonra tepkilere bakarlar. Kayda değer ise vazgeçerler, sus pus olunduysa üzerine giderler caanım ülkemin siyasetçileri..
Facebook da durum bildiriliyor, canı sıkkın, iyi hissediyor vs. Yabancı arkadaşlara bakıyorum da hep harika hissediyorlar, bizimkiler ise mutsuz, üzgün, süzgün, kahrolası, lanet edesi, küfredesi durumlara sahipler! 
Hüzünlü bir ülke bu ülke..
Güneş herkese aynı şekilde parlamıyor, yağmur eşit yağmıyor, kiminin ekinini sularken kimine sel olarak geliyor. Geçmişinde kan ve gözyaşı var. Yaşamak değil de ölmek biçiliyor insanlara..
Hep başarısız siyasetçilerin elinde yönetilmeye çalışıyor. 
Coşkusu kursağında kalan bir ülke.. Ne sevinmeyi bilen ne üzülmeyi, bir çuval inciri berbat eden! 
Filmlerimiz acıklı, yaşantımız boktan, şarkılarımız ağlak, romanlarımız hazin..
Gençlerimiz umutsuz, kadınlarımız depresif, erkeklerimiz anlayışsız, çocuklarımız ?? Ehh işte onlarda birazcık ışık var ama büyüdükçe sönecek bir ışık.
Söndürürler!
Biz hepimiz mutluluğu tarif edemeyecek kadar mutsuzuz.. Hatırlatın da bir ara yaşayalım hiç olmazsa..










21 Temmuz 2014 Pazartesi

Söyle doktor, iyi olacak mıyım?





Yazmaya başlayana kadar düşüncelerimden iki köprü, beş bina, bir rezidans, sekiz bungalov tasarladım halbuki mimar falan değilim. İnşa ettim, halbuki müteahhit değilim. Dış cepheyi bitirdikten sonra iç tasarımını da yaptım, halbuki iç mimar da değilim. 
Bu şehirden kaçış biriktiriyorum. Epey oldu, biraz daha olsa koleksiyon haline gelecek. Halbuki koleksiyoner hiç değilim. 
Neyse ki ne olmadığımı biliyorum. 

Çocuklar ölüyor dünyada, kardeş çocuklar.. Ne kadar masumlar, ne kadar çaresiz..Siyasi şeylere kafam basmıyor, bu yüzden anlam aramak gereksiz hale geliyor. 
Sen boykotunu yaparken devletin ticaretini yapıyorsa zaten anlamı yok hiçbir şeyin..
Yerin dibine batsın siyasetiniz demekten başka söz bulamıyorum. 

Kaç hikaye dönüyor aynı anda kafamda..Kaç mücadele sürüyor bedenimde, kaç kere yenik düşüyorum hayata. Yeniden toparlanana kadar kaç zaman geçiyor, neler kaçırıyorum o zamanlarda..
Bıktım ben yaa.. 
Şimdi inşa ettiğim rezidansların birinde bir fincan kahve içtikten sonra yine kendi yaptığım köprünün birinden atıcam kendimi aşağıya!
Aşağıya da sert bir beton çizelim de paramparça olsun kafa, beyin! 



19 Temmuz 2014 Cumartesi

Solgun Ölümler

Kaldırımın kenarından yürüyorum, gecenin bir yarısı, saatime baktığımda tam 03.30 u gösteriyor. Konser gibi bir eğlenceden çıktığımı hatırlıyorum, ailemle birlikteydim ama onlar şuan yanımda değil, yalnız, başıboş yürüyor ve nereye gideceğimi de bilmiyorum. 

Hava sıcak, gecenin bu saatinde bile dal kıpırdamıyor, caddeler şenlikli, bu saatte dükkanlar açık, insanlar alışveriş etmeseler de bir yerden bir yere giderlerken vitrinlere bakıyorlar, kaldırım epey kalabalık, çoluk çocuk, genç yaşlı herkes sokaklarda..




Genç bir çocuk kemanıyla Quizas quizas quizas adlı Akdeniz ezgisini çalıp söylüyor, öyle huzurlu geliyor ki melodi ama gitarla çalınan bu şarkıyı neden kemanla çaldığına anlam veremiyorum.. Arada Türkçesini de söylüyor; ‘eğer dans etmek istersen, kırık kalpler sokağında’ diye gelip geçenlere yaklaşıyor. Cebimden çıkardığım üç dört adet bir liralığı uzatıyorum ve yol boyunca ilerliyorum, karşı tarafta bir benzinlik var, önünde oturmuş iki taş devri kılıklı adam da dileniyor. Görmezden geliyorum.
Daha ilerledikçe yokuş yukarı çıkmak zorunda kalıyorum, burada tenhalaşıyor sokak ve tuhaf şeyler hissediyorum sanki yolunda gitmeyen şeyler var gibi, tek tük kalan insanlar yüzüme bakıyorlar korkuyla. Ben ilerlemeye devam ettikçe o tarafa kimsenin gitmediğini fark ediyorum.
Arkamı dönüp baktığımda kalabalığın bir yerde toplanmış olduğunu görüyorum. Geçtiğim yolları tanımıyorum, daha önce oradan geçtiğimi hatırlamıyorum. Biraz daha ilerledikçe şehrin bir köyle birleştiğine şahit oluyorum. On- on beş hanesi olan ıssız bir köy, elektrik yok gibi, karanlık her taraf, birkaç gaz lambasıyla aydınlatılmış evlerin önünden geçiyorum, ahırları var, ineklerin seslerini duyuyorum ve gübre kokusu alıyorum.




O modern, karnaval havasındaki şehrin hemen dibinde böyle bir köyün olabilmesini anlamlandıramıyorum. Zaten baştan sona karmaşık her şey, sanki normalmiş gibi görünse de..

Ailem nerede bilmiyorum, neden onlardan ayrıldığımı da.. En son hangi anı yaşadım da şehrin sokaklarında yürümeye başladım hiç hatırlamıyorum. Başıma kötü şeyler gelecekmiş gibi hissediyorum.
İlerlemeye devam ettiğimde bir umumi tuvalet görüyorum, hemen içeri girip ihtiyacımı gidermek istiyorum. Sadece baylara ait ama etrafta kimse olmadığı için sakınca görmüyorum. Fakat girer girmez pisuvarın altında bir karaltıya rastlıyorum, etraf o kadar kötü kokuyor ki..
O da ne? Bir ceset!
Kimin nesi olduğuna bakmadan koşarak uzaklaşıyorum ama ölü olduğundan o kadar eminim ki!
O kokunun başka açıklaması olamaz!
Koştukça ayağım bir şeylere takılıyor, iyice panikliyorum, düşüyorum, bir cesedin üzerine düştüğümü sonradan fark ediyorum. Ve bir ceset daha.. bir daha.. Etraf cesetlerle dolu!
Savaş gibi, katliam gibi, korku filmi gibi..
Bu tarafa gelen herkes ölmüş ya da burada yaşayanlar.. Sağ çıkacağımı sanmıyorum, bacaklarımdan akan sıcak şey altıma kaçırdığımı söylüyor ve bu durumda bunun rüya olmadığını anlıyorum. Her şeyi hissediyorum!
Kendimi toparlayıp geldiğim yere yöneliyorum. Köyün içinden geçerken birkaç gaz lambası ışığı olan evin de karanlığa gömüldüğünü görüyorum. İneklerin sesini duyamıyorum, gübre kokusu ise yerini daha kötü bir kokuya bırakmış. Koşarak geçiyorum. Yokuşun başına geldiğimde ise caddedeki tüm kalabalığın olmadığını anlıyorum.
Herkes ölmüş!
Ben varım.. Yaşıyorum korkudan titreyen bir halde.. Ölümün yaklaştığını duyuyorum..
Kulağımda gümbürdeyen helikopter sesiyle irkiliyorum!
Ve alkış kıyamet..

 Off ne simülatördü o öyle.. Metallica konserinde ‘To Live is To Die’ parçasında –bir adam yalan söylediğinde dünyanın bir kısmını öldürüyordu-