30 Aralık 2012 Pazar

Yeni Yıl Şarkısı






Kızıma masal anlatıyorum. Bir sürü soru soruyor. Gözlerini kapatırsan kafanda daha iyi canlandırırsın diyorum.
‘Hayal et ve uyu.
Uyu ve hayal ettiğin dünyaya git.’
Kapattı gözlerini uyudu. Gittiği yerde olacaktım. Hep olacaktım, koruyacaktım.
O uyurken ben de düşüncelere daldım.

Yeni yıl geliyor.
Güzel, çünkü yeni.
Güzel, çünkü bilinmiyor.
Güzel, çünkü umut vaat ediyor.
Her insanın içinde bilinmezliğe, yeniliğe karşı bir merak var. Bu yüzden de heyecanlı.

Hayatımdaki her şey hayallerden ibaretti ve ben gittikçe artan yalnızlığın içinde kaldım.
Aslında hayat basitti. İyi kötü bir iş, az buçuk maaş,ev, çoluk, çocuk..
Dostluklar olacak, sohbetler edilecek.
Ama belki de gençliğine döneceksin, zincirleme kaza gibi yaptığın hatalarına.. tutkularını, hırslarını ve zaman zaman hiçbir çerçeveye sığdıramadığın heyecanlarını düşünüp ah çekeceksin.

Ve belki bir su sesi duyacaksın uzaktan.
Uzun zamandır birlikte olmak istediğin ırmağın sesidir bu. Serindir.
Güneşli ve sisli bir havanın tam ortasındasındır. Yalnızlığın derinleşirken daha çok üşümeye başlarsın. Durup bakarsın uzun uzun. Irmak ormanları yararak, kıvrılarak gelmiştir önüne ve kuraklığa, kimsesizliğe bürünen ruhunu yeşertmesini beklersin.
Atlarsın; kaybolursun derinliğinde.

İmkansız olmamalı. Tutmalı ucundan, tatmalı..
Uzanmalı ve almalı..

Elbette bir otobüse koşup kaçırabilirsin, bir trene binip kaza yapabilirsin.
Eline alırsın kayar gider, uzanır yetişemezsin, altına sandalye koyarsın, sandalyenin bacağı kırılır..
Böyle imkansız gibi görünür ama vazgeçmezsin. Çünkü seversin. Dünyayı yerinden oynatacak kadar girmiştir içine o ateş. Yerine arkadaş gelse, iş gelse dolduramayacaktır orayı.
Neye giydirsen birkaç beden büyük gelecektir sevdanın gömleği.
Gerçek hayat kalın bir duvar gibi arada olacaktır. O duvarın bir parçası olmayı kabullenirsin.




Ah be ne çok konuşuyorum kendimle.. Toparlanmalı, yeni yıl geliyor, yapacak çok şey var.
Fırtınalarla boğuştuğum denizimde her limanda biraz daha eksildiğim ve omzuma yük bindirdiğim hayatımda sığınacak limanım varken ben hala düşünmek yerine harekete geçmeliyim.

O liman ki o kadar kasırganın ortasında ayakta kalabilmiş, kalbinin tüm odacıklarını bu yorgun kadına açan, yaşatacağı mutluluklarla, yüreğinden söyleyeceği şarkılarla, dünyanın merkezindeymişim gibi davranmasıyla eşsiz özelliklere sahip.

Kim bilir ne gemiler gördü de bana açtı kapılarını.. Uzak ufuklarda parlayan ışıklardan seçti aldı, kendine yaren yaptı, ortak etti yalnızlığına. Bekledi öylece, umudunu kesmedi. Hissetti, yaşadı. Başlarım imkansızlığına deyip yol gösterdi.

Ben ise kendimle yeni tanışır gibi yeni bir ben buldum limanımın varlığının keyifli tınılarında. En çok onu severken sevdim kendimi.

Şimdi gitmeliyim, uzun bir yolculuğum var ona doğru.

Evet normal değiliz, normal olmayan insanların normal ilişkilerinin olması, normal olma ihtimalinin dışında. Her yerden, her şeyden uzağız ve bu bizi birbirimize daha fazla yakınlaştırıyor.





Yerin yedi kat dibinden çıkıp, bulutların zirvesinde piyano ve keman sesleriyle huzura ermek için çıkıyorum yola.
Bu gece takvim değişecek, bu gece hayatım değişecek.

Önce alışveriş yapılıyor; elbise, incecik çorap, topuklu ayakkabı alınıyor. Anneye uğranıyor, kız bırakılıyor, göz arkada kalmayacak tabi..
Anne öpülüyor, iyi dilekler dileniyor, bebeğime sıkı sıkı sarılıp özleneceği söyleniyor. Deniz aşılıyor, İstanbul’a varılıyor.
Ey İstanbul..sakla sırrımı!

Oldukça karanlık..hava buz gibi içimin sıcaklığına inat.
Duvarlarımın öte yanındayım artık. İşte benim hikayem de tam burada başlıyor. Bir var oluş yok oluş sekmesinde, ellerimle yıldızları tutabileceğim güçte, ayaklarımı yere sağlam bastığım yerde, orta şekerli kahve tadında, ilk duble rakıyı yudumladıktan sonra içmeye doyamayacağın anda, bir aşk arifesinde..

Kapıyı çalıyorum, açıyor..
Şaşkın, mutlu, dimdik, mağrur, heyecanlı, hala şaşkın, suskun, hayret dolu, nefessiz.
Öylece baktıkça bakıyor ve ben aktıkça akıyorum. İçim eriyor.
Tutuyor elimden içeri alıyor. İçerde şarap var, rock var, siyah var.
Elimde yeni yıl pastası var, frambuazlı, çikolatalı..
Üzerimde simsiyah straplez elbise var, üzeri tül.. saçlarım toplanmış, incecik topuklular..

-Pek sevmezsin ama yılbaşında adettir, pasta yenir, tatlı girilir yeni yıla, benim için yersin biliyorum, tıpkı senin için hiç sevmediğim enginarı yediğim gibi.

Gülümsüyor ama hala konuşamıyor, öyle hayretler içinde ki.. Bakıyor uzun uzun iliklerime kadar işleyerek, sehpada şarap kadehi, çoktan başlamış içmeye, uzanıp alıyorum.
Kendine geliyor, hemen oturtuyor beni, elimdeki pastayı alıyor, mutfağa gidip kadeh getiriyor.
Öyle dingin bir telaşı var ki; suskunluğumuz ise pek çok şeyi anlatıyor aslında. Çok sevdiği hüzünlü bakan gözlerimden ayırmıyor gözlerini. Ben ona uzanmış, o beni yakalamış gibi.

Ben onsuz asiti kaçmış kola, o bensiz telvesiz bir kahve.. ben onsuz kafası kıyak serseri, o bensiz yağmursuz sonbahar.. ben onsuz kapkara bulut, o bensiz şefi olmayan orkestra..
Biz birbirimiz olmadan bir hiç..

İçiyorum yanında, güvendeyim biliyorum. Başım düşüyor omzuna, ellerim kadehi tutmaz oluyor, döküyorum, deviriyorum şarabı. Ters adam, obsesif üstelik ama bana bir şey demiyor.
İyi misin diye defalarca soruyor ve böylece karşılıyoruz yeni seneyi.

Söz veriyoruz birbirimize, lens takmamaya, kan testlerini yaptırmaya, hasta olmamaya, sebze yemeye, az içmeye, Norveç’e gitmeye, piyangodan çıkan parayla tatile çıkmaya, cep telefonlarımızı kapatmaya, kardan adam yapmaya, yağmurda şemsiyesiz dolaşmaya..
Gülmekten alamıyoruz kendimizi, az hüzünlenip çok seviyoruz.

Onu sevmek bir mucizeye inanmaktı.

Gece çok karanlıktı artık. Ne çok şey vardı elimde bu geceye dair.
Birinin en sevileni olmak..
Sardıkça sarası, sarıldıkça sarılası geliyordu insanın. O büyüye karşı koymak anlamsızdı. Elleri tüm bedenimde, gözleri gözlerimde ve sıcaklığı içimde, sonsuzluğumda..
İkiyken bir olmaktı, yokken var olmaktı, bütünleşip meydan okumaktı, isyan etmekti her şeye, gözyaşlarına boğulmaktı, kadını olmaktı, ilk kez ve ölesiye..
En güzel hediyeydi, en güzel geceydi.
Ve en güzel umutlarla girilen bir seneydi.
Derinden duyulan müzik sesi, ‘gece geldiğinde, toprak karardığında ve ay gördüğümüz tek ışık olduğunda  ‘stand by me’ diyordu.
Yanımda ol..
.


Işık gözüme vurduğunda ‘günaydın anne’ diye seslendi kızım,.
-günaydın kızım, nereye gittin rüyanda?
-ama ben nereye gittiğimi bilmiyorum ki.. Sadece periler vardı, ben koşturup duruyordum perilerin arkasından, sen de vardın, beni kucağına alıyordun, çok yorulmuşum..
-aa ne güzel işte, masallar diyarına gitmişsin.
-peki sen nereye gittin?
-çok güzel bir yere kızım, çok özel bir yere.. Yakında seni de götüreceğim.
 Hadi bakalım, kalkıyoruz hemen, bugün yılbaşı, daha pasta yapacağız, çikolatalı, frambuazlı.
Yeni yılı karşılayacağız, yeni umutlarla, kalbimizdeki sevgiyle.
Mutlu olacağız ve hep güzel rüyalar göreceğiz.

23 Aralık 2012 Pazar

Zaman senin zamanın


Tut ki içinden şarkı söylemek gelmiyor ya da resim yapmak, dışarı çıkıp dolaşmak, yemek, içmek, film izlemek,sohbet etmek.. 
Gerginsin belli, canın sıkılıyor, bir sancın var, kırıklığın var, küsmüşsün hayata, küfür ediyorsun düzene, boğazına düğümlenen şeyi çıkarıp atamıyorsun ve yazıyorsun..

Bencillik gibi görünüyor, sen hiç bir şeyin altından kalkama ve otur yaz, nasılsa bilim değil, teori değil, icat değil.. uzun uzadıya kur cümleleri, bir adamın ayağının takılıp da düştüğü anı sayfalar dolusu ballandıra ballandıra anlat, kalemin lokman hekim olsun, senin üzerinden büyük bir yük kalksın..
Ve okunsun..
Sen gücünü okurdan al ve yoluna devam et..
Artık hezeyanların mı olur, anıların mı, gezilerin mi, kurguların mı,fantezilerin mi, hayallerin mi olur, yaz..
Belki tarihin akışı değişir, belki film olur senin akışın değişir..
Nasılsa milyonlarca canı sıkılan insan var, elbet birine denk gelir..
Yaz, unut..
Adına edebiyat de..
Anlaşılmasın boş ver, sen yazarken ne hissediyorsun ona bak..
Kelime oyunlarıyla okurun kafasını karıştır, oyna onunla, çıkamasın işin içinden, küstah ol!
Sadece sen istiyorsun diye kimseyi zerre kadar enterese etmeyen iç sesini dök kağıda, tatmin ol!
Yeni nesil sevişmeler gibi, acele, duygusuz, seviyesiz, umarsız..
Yaz sende..
Ve kemiklerini sızlat gerçek edebiyatçıların..
Bir insanı, bir olayı üşenmeden tüm kıvrımlarına kadar anlatan, kahramanını en az üç farklı karakterle evire çevire sunan Homeros'un, Woolf'un, Tolstoy'un, Atay'ın, Shakespeare'nin, Cervantes'in, Kazancakis'in, Dostoyevski'nin, Rimbaud'un..
Hadi yap bunu.. zaman senin zamanın..


16 Aralık 2012 Pazar

Kalbur saman içinde




Bazen kafasını koyacak yer arar insan bu yarım dünyada..
Uyuyana kadar..
Uyku gelir konar gözünün üzerine, baş ağırlaşır, boyun bükülür, bi çek git dersin ya, kalkar yüzünü yıkarsın, abur cubur bir şeyler atıştırırsın, su içersin, kahve kazanına girersin ama uykuya da yenik düşersin en sonunda, eğer insomnia gibi bir hastalığın yoksa tabi..
Hayat kaçıyor zannedersin uyuyunca, halbuki harikalar diyarına gitmek de var gözlerini kapadığın anda..
Ahh Alice, gerçekten neler yaşadın o diyarda! Tavsiye eder misin tavşanların peşine takılıp koşmayı..

Rüyalar, masallar  ve bunun gibi hayal ötesi olaylar varken hayatın gerçekleri ne kadar sıradan geliyor insana..
Yine de kopamıyoruz..
Bu güzel aslında, hayata bağlı olmak, yaşamayı sevmek..

Hem kim bilir belki bir gün develer tellal, pireler berber iken biz de bir masalın içinde buluruz kendimizi şimdiki zaman içinde, bakarız etrafımıza bir var bir çok mu diye..
Gökten üç elma düşüverir yere, birini alıp yersin, boğazına takılır, acı hisseder, yığılıp düşersin..
Cam kaplı bir yerde yatarken etrafındaki yedi cüceye prensimi bulup getirin diyemezsin zaten demene de gerek yoktur oradan geçecektir nasılsa.. Öpecektir seni, sen gözlerini açarken belki de o kurbağaya dönüşecektir, sonra bir ejderha gelecektir, ağzından çıkan alev topları parmağına batacak ve yıllarca uykuya dalacaksındır, uyandığında bir kulede bulacaksındır kendini, saçların kuleden aşağıya kadar uzanacaktır ve aşağıdan geçen kurt sana büyük annenin evini soracaktır, ormanın sonundaki eve göndereceksindir onu ama kulağı delik avcı kurttan önce varacaktır oraya..
Neden olmasın.. 
Kırışmış çarşaflar arasında solgun bir suratla ölüp gideceğiz nasılsa..
Hayatımız bir masalı andırsa çok mu yani.. 

9 Aralık 2012 Pazar

Neden az kitap okuyoruz?


                        Kitap okuma alışkanlığının olmaması: % 50,2

Yeterince zaman bulunamaması: % 16,6


Boş zamanlarında yoğun olması: % 10,6


Tv, video ve sinemanın tercih edilmesi: % 10,5




Kitap fiyatlarının yüksek olması: % 4,6


Dersleri sebebiyle okuyamama: % 3,4









Diğer sebepler: % 1,9

Cevap yok: % 2,27

Milli Eğitim Bakanlığı'nın yaptığı bir anket sonucunda ortaya çıkan veriler olup fotoğraflardaki kitap aşkıyla alakası yoktur..


5 Aralık 2012 Çarşamba

Her şeyin bir sebebi var..


Başkaları yaşarken ben yazıyorum, eskiden olsa uğraşırdım, mücadele ederdim, artık önemini yitirdi, bir yerlere tutunup da kırılıp kopmasından korkuyorum, sonsuzluğun içinde debelenip duruyorum..
Kararsızım, mutsuzum, huysuzum, gerginim, sıkılıyorum her şeyden..
Anlık neşeler giriyor hayatıma.. bir anda bitiyor ama.. Sabun köpüğü gibi..
Hayatımdaki küçük boşlukları doldurayım derken başka yerlerden patlak veriyor, onları onarmam güç oluyor, bu durumda düşünmekten bile kaçıyorum..
Acıyı çağırıyorum sürekli..Zırıl zırıl ağlarken buluyorum kendimi..
Bazen de bela sarıyorum başıma.. Depresif olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum..
Sonra buna da alışıyorum..
Daha farklı acılar içinde buluyorum kendimi..
Belki de bu yüzden yazıyorum, başkaları yaşarken..


4 Aralık 2012 Salı

Kış gelmiş..


Hafta sonundan kalma gereksiz bir sıkıntı var içimde, oysa ki ne güzel şeyler var düşünecek..

Dün akşam mesela, uzun yıllardır yapmadığım bencil olma kendine torpil geçme kendin için adım atma üzerine gitme gibi şeyleri yaşadım evden uzak kafam rahat gel keyfim gel misali..

Akabinde sabah uyandığımda görüntüsü aynalara bile yansıyan mutlu kadın ifadesi, etrafa gülücük saçılarak içten gelen bir şarkının dudaklardan çıkıp evde yankılanması..
Üstelik mevsimin ilk kar yağışına şahit olup kendimizi dışarı atmamız gibi..
İşte böyle başlıyor gün, böyle gitmesi umuduyla..

Uzun zamandır ilk kez bir film fragmanıyla etkiliyor beni, daha sinemalara gelmeden aklım takılıyor, merakım kuvvetleniyor..


Buram buram çikolata kokusu geliyor mutfağımdan, yaptığım sos bir başarısızlık hikayesi gibi görünse de tadı ve kokusu yetiyor..sahi neden  kendime haksızlık ediyorum ki! bir parmak, bir parmak daha.. ve tencerenin dibi sıyrılıveriyor, yemeyip de yanında yatmak var ama bir çırpıda mideye iniveriyor..

Yeni bir şeylerin girmesi gerek hayatlarımıza, yepyeni hevesler.. bunu söyledikçe kısa süreli mutsuzluk çukuruna düşüveriyorum, suratım asılıyor, montumu alıp dışarı çıkasım geliyor, deli gibi yağan yağmurda hızlıca yürüyüp tüm her şeyden sıyrılmalı diyorum..
Bu durumda iyi şeyler akla getirip güzel şarkılar dinlemek gerekiyor, geriye kalan baş ağrısını da defetmek..

Neysee akşamdan kalan şımarık halimle saçmaladığımı hissettiğim şu anlardan itibaren bu yazıya son vererek biraz şımarmanın herkese iyi geleceğini son söz olarak yazıveriyorum tam da buraya.. 

2 Aralık 2012 Pazar

Ankara



İşimi, evimi, şehrimi, arkadaşlarımı, akrabalarımı bırakıp geldim buraya.. Dolayısıyla alışmam uzun sürdü.
Değişken havasına, yokuşlu sokaklarına, güneşli saatlerin akşama doğru bir anda buz kestiğine, sonbaharda apartmanların önündeki sarmaşıkların kıpkırmızı rengine, trafiğin berbatlığına şahit oldum.
İnsanlar uzak ve güvensizdi, herkes yabancı, herkes tanıdık, şehir ruhsuz ve griydi.
Hiç bilmeden gittiğim mega kentte kaybolmazken buranın tam da merkezinde ara sokaklarında defalarca kayboluyordum. Üzerime geliyordu her şey, soğuk nefesimi kesiyordu, vakit yetmiyordu..
Hala o koşturmanın içindeyim ama nedense sinsi sinsi kendini sevdirmeye çalışıyor bu kent..
Alışabilmem için yeni insanlar, farklı mekanlar çıkarıyor karşıma..
Şimdilerde gidebilme, kaçabilme ihtimali varken göndermiyor, daha da çekiyor kendine..
Halbuki pencerelerim karanlığa açılıyor, hayallere yeniliyorum her gün, nedensiz şikayetler ediyorum, özlüyorum yosun kokan denizimi, yağmurda küf kokan caddeleri, yüzüme vuran ılık rüzgarı..
Ama buradayım işte..
Gecenin karanlığı çöküyor üzerime, sert bir şeyler içmek istiyorum..
Sonra da kendimi gecenin ayazına bırakmak..

İyiki de her istediğimiz şeyi gerçekleştiremiyoruz;)

1 Aralık 2012 Cumartesi

Ahh ahhh!




Herkes hayatında farklı şey olsun ister, sahip olamadığına göz diker insanoğlu..
Yeni bir ev, başka bir iş, son model araba, daha fazla giyim-kuşam, yeme-içme, gezme-tozma..
Ya da konuşabileceğin bir dost, sevebileceğin bir eş, hayatını adayacağın çocuk, heyecan, mutluluk, kalp çarpıntısı..
Hiç bitmeyecekmiş gibi gelir ama sahip oldukça körelir, bir başka istek ayyuka çıkar..
Bazen çok basit şeyler istiyorum. Akşamları kapımı çalan birisiyle ‘bugün günün nasıl geçti, kimi gördüm biliyor musun' tarzında sohbetleri yemek masasına taşımak akabinde kahve içip fal adı altında uyduruktan konuşmalar yapmak, televizyon kumandasını paylaşamamak, koltukta uyuyup kalınca üzerimin örtüleceği bilmek gibi..
Hayaller kurmak her yaşa özgü ama planlar yapmak genelde gençlik çağlarında oluyor, bir takım yaratıcı fikirlerle geleceğe dair adımlar atılıyor. Olgunluk çağında ise bunlar kullanılıyor. Günahıyla vebaliyle harcanıyor..
Bir sürü heves, umut, enerji rafa kalkıyor yerini karamsarlık alıyor. Gitsem ama nereye gitsem endişesi bu saatten sonra ne yapabilirim karmaşası..
Olmasa keşke.. keşke bu kadar çok keşke girmese hayatımıza..
Bizi anlayan ama aynı dili konuşamadığımız insanlara ihtiyacımız olur çoğu zaman, beden dili belki de daha az yaralar bizi, bu durumda anlarız ki ağzımızdan çıkan her söz ne kadar önemliymiş..
Basit yaşa diyerek ne güzel söylüyor şair..
Bir diğeri de çok sevme mesela o daha az severse kırılırsın diyor.. Yüreklerine sağlık, iyi ki var olmuşlar..
Böyle küçük şeyler işte, her şey kendi içinde çelişiyor.. inişler, çıkışlarla dolu hayatımız her daim bize göz kırpıyor, ya tutunacaksın ya bırakacaksın kendini, ucundan kıyısından yakaladığın zaman o seni atıyor üzerinden..
Hiç kendimizi kandırmaya gerek yok, böyle gelmiş böyle gidiyor!