31 Ekim 2013 Perşembe

Kimse size değiş demesin.. Gidin kendiniz değişin




Değişiyoruz vesselam..

Kimyamız bozuluyor fiziğimize müdahale ettikçe..
Bir kadeh rakı mesela başını döndürüyor, ikincisi çeneni düşürüyor, üçüncüsü anlamsız bir kahkaha yerleştiriyor suratına, dördüncüsü  sersemletiyor, beşincisi kusturuyor.. dibini göreyim dersen canavarlaştığını da görüyorsun..İçindeki depremi ortaya çıkardığını.. Dağları ben yarattım, var mı yan bakan havalarına giriyorsun. 

Mizacımız bozuluyor etraftaki karaktersizleri gördükçe..
Herkesin ruhunda aynı ihtilal, aynı ihtiyaç, bu yüzden sohbet avına gidiyor pek çoğu..

Ve içindeki aşk adamı-kadınını çıkarıyor ılık bahar akşamları, sevgiliyi akla getiriyor, romantik anları, güzel filmleri, hazin sonları..
Herkes aşık, herkes şair..Fırtınalı rüzgarlar esiyor yüreğinin kıyılarından bedenine doğru yayılan..

İçindeki nefreti kusuyor kavgalar, bir şey bahane oluyor ve sen kendini tanıyamaz hale geliyorsun.

Bir haykırış uyandırıyor yaşadığın ülke, umutsuzluk ateşi yakıyor, omuzların çöküyor, o kadar çok yükün var ki..
Sonra içindeki Atatürk sevgisi nüksediyor, evvel zaman içindeki zorluklar aklına geliyor, her ne olursa olsun vazgeçmeyişler, kurtuluşlar.. 

Sen de düze çıkacaksın diye sesleniyor hayaller, bir ümit kaplıyor her bir tarafını, çok bilmişleşiyorsun, kahramanlığını ilan ediyorsun.

Değişiyoruz evet..

Bach dinlerken bile..








26 Ekim 2013 Cumartesi

Masallarla büyüdük-part two-




Kuzey'in kulaklarını çınlatan ses..

Artık duramazmış yerinde, hızla sesin geldiği yöne doğru koşmaya başlamış. O koştukça ses uzaklaşıp, derinleşmiş. Kafasında deli sorularla koşmaya devam etmiş. Ve aynı yere gelmiş, yani kuzulara masal anlattığı yere.. 
Kulağında yankılanan ses yine yükselmiş. Tekrar koşmaya başlamış. Dünya çılgınca dönüyor gibiymiş, koştukça dönüyormuş. Sanki birisi onunla dalga geçiyormuş. Koştukça sesi duyamıyor, durunca ses yükselip kulaklarını deliyormuş. 
Bütün gece dolanıp durmuş, sonunda kendini yatağında bulmuş. 
Yoksa rüya mıymış?

Bu arada küçük kız ormanın derinliklerinde bir ağaç kovuğunun içinde uyuyakalmış. Uyandığında ağaçların yaprakları arasından sızan güneş ışığı gözünü kamaştırmış. Yanına yaklaşan bir örümcek görmüş, çığlık atarak uzaklaşmış oradan.

Bu çığlığı duyan Kuzey, hemen yatağından kalkıp ormana doğru koşmaya başlamış ama yine aynı şeyler oluyormuş. Etrafında dönüp duruyor, aynı yere geliyormuş. 

Kuzey debeleniyor, Naz çok korkuyormuş.. İkisi de ne yapacağını bilmiyormuş. 
Biri ormanda tek başına, diğeri ona yardım etmek uğruna deli divane..Ve birbirlerinden habersiz..

Hiç gidilmeyecek bir yerin, hiç yaşanmayacak bir diyarın bahçelerinde açan çiçekler gibi uzak, hiç birikmeyecek anılar kadar, hiç düşmeyecek gözyaşı, atılmayacak kahkaha, tadılmayacak mutluluklar gibiymiş onların çırpınışı..

Ve ben bir masal uydurdum  kaçıp saklanmaları için..Benim masalımın çocuk kahramanları..
Masal olan gerçek olamaz çünkü..
Ama gerçekler masal gibi olabilir..
Kim bilir, belki..



23 Ekim 2013 Çarşamba

Masallarla büyüdük

Kocaman yazmışız oraya Masal Evi diye, bloğa bu adı vermişiz..
Ee hani nerede masallar? Bir varmışla başlayıp yokluğa giden.. 
Eksik kalmışız, tamamlamak gereğiyle çıkmışız yolculuğa.. Maceraya sizi de davet etmişiz..
-Sabah kahvaltısı ve akşam yemeği tura dahil olup içecekler ekstradır.-



Zamanın birinde doğan bir erkek çocuğu ile ondan birkaç ay sonra doğan kız çocuğunun macerasıymış bu.. Yani annenizin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, develer tellal iken dönemlerine denk geliyor. 

Oğlanın gözleri üzüm, yanakları elma, dudakları kirazmış.. Adı Kuzey, haşin esen bir rüzgarmış..
Kızın saçları ipek, teni pamukmuş.. Adı Naz, çıtkırıldım, narin mi narinmiş..
Oğlan uzaya, bilime, kitaplara meraklı, kız prenseslere, geçmiş zamanlara, masallara meraklıymış. 
Etrafı beyaz çitlerle çevrili büyük bir çiftlikte yaşarmış Kuzey, içinde kuzular, atlar, inekler, ördek ve tavukların olduğu..
Naz ise kahverengi pervazlı penceresinden dışarı bakar dururmuş, ormanın sonundaki yıkık dökük evlerinden.. Kimse geçmezmiş gerçi.. Bir kaç sincap, ayı ve geyik dışında..
Annesi dışarı çıkmasına izin vermiyormuş, sadece evin ufacık bahçesinde top oynuyormuş.

Bir gün yine oynarken topu dışarıya kaçmış, arkasından koşmuş Naz, top durmuyor yuvarlanıp uzaklaşıyormuş, tabi küçük kız da..
Bir anda kendini ormanın içinde bulmuş, etrafında tanıdık hiçbir şey yokmuş, koca koca ağaçlar üzerine geliyor, uğultulardan korkuyormuş. 
Topu yakalamış yakalamasına da evin yolunu bulamamış, ormanın derinliklerine doğru ilerliyormuş. Hava kararmış ve küçük kız kaybolmuş.

Bu arada Kuzey tavuklara yem veriyor akabinde ata biniyor, attan inip kuzulara masal anlatıyormuş. 
Kuzey bu, bir deli oğlan.. Babası da öyleydi!

Gaipten sesler duyuyormuş, bir kız sesi, yardım isteyen ve sesi ruhuna işleyen. Anlam veremiyor anlatmaya devam ediyormuş. Kuzular masalın etkisiyle birer birer uyumaya başlamış ve ses daha belirgin olmuş..

Nereden geliyormuş bu ses??

To be continued:)


Seyahat etmek insanın ufkunu açar






 The Road to Hell


Çok gezen mi, çok okuyan mı..? 
Mesela hayvanlar pratikten öğrenirken biz insanoğlunun yani düşünen hayvanların teoriye ihtiyaçları vardır. 
Ama yetmez..
Ne yapmak lazım?
Gezmek..
Bir başka yerde bulunup değişik insanlarla tanışmak, dilini, dinini bilmediğin esprisini anlamadığın ülkelerde yemek yemek, başka marketlerden alışveriş yapmak, başka barlarda içki içip eğlenmek ve aslında tüm bunların çok da matah olmadığını anlamak.. İşte size ufuk açılması..

Yolculuklar insanı cesaretlendirir.. Özgürlük gibi bir şey..
Bir rahatlık gelir üzerinize, artık dünyanın neresine gitseniz yaşamını idame ettirebilecek güce sahipsinizdir, öyle boş vermişlik hissi gibi işte..
Vurdumduymaz, umursamaz, bi cool haller, dışarıda hayat vardır ve devam edecektir, sen bu hayatın içindesindir, nereye gitsen değişmeyecektir, yolcudur abbas bağlasan durmaz, sen hancı ben yolcu hesabı devinir durur.
Okuduğun kitaptaki tanımlamalara benzemez, kendi gördüklerin hayal gücünden farklıdır. Görmen gerekeni değil istediğini görürsün, solursun, yaşarsın..
Ama kalamazsın..
İçin kalır sen gidersin..
Çünkü kalırsan yaşadığın yerden farksız olur.
Bir başka şehre, diyara, ülkeye doğru kucak açarsın..
Şarkıda da söylediği gibi, doğru yoldan sapmadan cehenneme giden yolda..


21 Ekim 2013 Pazartesi

Fotoğrafta klişeler


(en klişesi:))

1. Yağmurlu havalarda su taneciklerine odaklanan pozlar
2. Ara sokaklardan Galata kulesini görünümü
3. Güneşi avucunun içine almış gibi çekilen fotoğraflar.. hatta elini kalp şeklinde yaparak artistik olmaya çalışılır..
4. Vapurların arkasında uçan martı görüntüleri
5. Kuruyup dökülmüş bir yaprağın yerde veya bir bankın üzerindeki görüntüsü
6. Salya sümüklü, soğuktan üşümüş, ayakları çıplak sokak çocuğu fotoğrafları
7. Yaşlı kadın eli, suratı kırışmış dedeler, nineler..
8. Kumsala yanaşmış eski bir sandal görüntüsü
9. Renkli pencere kenarları, eski kapı ve kilitler..
10. Gül yaprağı makrosu
11. Sinek, arı, böcek makroları
12. İstiklal caddesindeki tramvayın kırmızı kalıp etrafının siyah beyaz olması
13. Kitap ortasına yüzük koyup kalp şekli verilmesi
14. Denize karşı çekilen çay bardağı ve simit fotoğrafı
15. Sigara içen kızın elinde sigara ve üzerinde duman..
16. İçki şişeleri, özellikle bitmiş şarap şişesi..
17. Plajda çekilen ayak görüntüleri
18. Kedi, şelale fotoğrafları
19. Deniz kenarında bir masa, üzerinde rakı bardağı ve sigara paketi..
20. Turuncu gün batımı fotoğrafları







9 Ekim 2013 Çarşamba

Yazılar dolanır durur




Öyle çok hikaye var ki inanmamızı bekleyen, okuyup geçtiğimiz, dinleyip ah vah dediğimiz ve bazen de saçma bulup inanmadığımız.. Herkesin hikayesi kendine özel.. 
Mesela yaşadıklarımızı yazmaya değer buluruz ya da yazdıklarımızı yaşamak isteriz.

Satırlara hapsettiğimiz hayatımız gün gelir karşımıza çıkar, her hatıra sıkışıp kalmıştır sayfalar arasında, açarsın dökülüverir sağa sola..
Geçmekte olan bir an yakalanıp tutulur hatta süslenir kelimelerle, kendini avutursun yetmez terapi edersin böylelikle..
Öyle bir diyarda hissedersin ki nehirleri berrak, çocukları tok, ovaları geniş, ormanları yeşil, yağmurları ılık..
Ve öyle hissedersin ki hominigırtlak, tumbayatak, şen şakrak, oh ne rahat.. Sen tamamsın artık, seni tamam yapansın. 

Dünyanın en berbat zamanında olsan, yaz bitse, haberlerin çoğu acıklı olsa, başın ağrıyor, miden bulanıyor, şehrin belli yerlerine ayaz çöküyor ve sen yazdıkça hiç bir şey azalmıyor da olsa yazacaksın. Bu senin hikayen, nevi şahsına münhasır..

Çünkü sen bir bakışta, bir gülüşte, bir iç çekişte bin yazar olarak doğuyorsun.. Her seferinde yeniden..
Çünkü sen kimsenin görmediği şeyleri sunuyorsun..
Çünkü sen aklını, gözünü, yüreğini hizaya getirip biriktirdiklerini bir okyanusun içine bırakıyorsun..
Çünkü sen sözcüklerin efendisisin..
Sen neymişsin be abi!

Alıcı kuşlar gibi başımın üstünde dönüp durmayın ego taneleri, hadi gidin artık..Bu yazı da burada bitsin..

2 Ekim 2013 Çarşamba

Demokratikleştiremediklerimizdenmisiniz


En iyisi bu paket:)



Günaydın sevgili okur, bir süredir yurdu etkisi altına alan yağmurlu havadan bahsetmeyeceğiz elbette, etrafta bu kadar husumet dönerken..

Hakkını alamayan pek çok insan eksik ve kırgın, daha iyi bir dünya ümit ederek sokaklara dökülüyor.

Tuncel Kurtiz'i kaybettik, ne tuhaf Ezel adlı diziyle anılması.. Halbuki Ferhan Şensoy'la 'Çok Tuhaf Soruşturma' adlı bir oyunu var ki görülmeye değer, daha sonraları 'Pardon' adlı sinema filmine de dönüştü. Tok sesi karizmatik duruşu ve sanatıyla bir döneme imza atsa da öldükten sonra kadir kıymet bilinmesi tam da bize yakışır bir hareket!
Ardından Turgut Özakman vefat etti. Mustafa Kemal'in askeri ve asla terhis olmayacak, öldükten sonra bile..
İnsanoğlu böyle işte, üzülür, ağlar, yıkılır, devrilir ama toparlar yeniden ayağa kalkar. Alışır, unutur, hayat devam eder.

Bir de şüpheli paketimiz vardı geçen hafta. Artık demokratiğiz ya özgürce yazalım dedik bizde..daha uzun yıllar beraber yürürüz biz bu yollarda!! Yağan yağmurda, çakan şimşekte..
Sorgulamayız, kabulleniriz.
Gündem bir anda değişir, onu konuşmaya başlarız, hepimiz kabadayıyız ama klavyede..

Demokratikleşmeye dair her adımı elbette destekleriz, en çok da buna ihtiyacımız varken ama daha başında demokrasinin yanından bile geçmeyen üslupla ve süslü bir makyajla hazırlanan, kimse kusura bakmasın edasıyla açılan paketten çok şey beklenmeyeceğini anlamamız gerekirdi. 
Öyle de oldu..
Neyse.. paket hazırlamayı bizden öğrenecek değiller zaten!

Bu hafta yağmurlu geçecek, kış geliyor, siz hala demokratik paketi mi konuşuyorsunuz allasen..