18 Eylül 2010 Cumartesi

Hayal Kırıklığı

Hayatımın yirmi sekiz yılını yaşayıp bitirdiğimde öğrendiğim şeylerden biri de seçeneklerin sonsuz olduğuydu. Seçme şansı verilmiş her birimize ve sonuçlarıyla kendimiz başa çıkıyoruz.

Ruhumun nelere dayanabileceğini, içimi cız eden şeyleri, duygularımın derinliklerine inen dokunaklı anları, aklımın kıyılarında dolaşan ihtiras, tutku, utanç izleri, hayatın karmaşık döngüsü ve hayal gücümü sonuna kadar zorlayan hikayelerin en sıra dışı halleri, en sürükleyici tatları aldığım dönemde rastladım ona..

Ayaklarımın üzerine basan, güvenli, dişi mi dişi, az kaçık, çok ukala tavırlarıma hayran kaldığını belli etmekten hiç çekinmedi.
Herkes gibiydi ilk bakışta, bir geçmişi, şu anı ve gelecekle ilgili umutları olmalıydı. Endamı ben buradayım der gibiydi. Keskin bakan gözleri içime işlemişti ve içime işleyen tek şey gözleri olmadı. Tanışmamızla sevişmemiz arasında geçen zaman dilimi olabildiğince azdı.
O gece ayrıldık isimlerimizi bile sormadan. Bir tatlı esinti gibi geçmişti üzerimden. Aklımda kalan ise bir ömür boyu unutulmayacak şeylerdendi.

Hayat devam ediyordu, ışıltılı geceler, eğlenceli tatiller, huzur dolu sohbetler, köpek gibi çalışmak, trafik, sıcak…

Tanımadığım, bilmediğim ama yüreğimde özlediğim o adam aklıma gelmesin diye kaç tanesiyle çıktığımı, kaçını öptüğümü bilmiyordum. Bildiğim tek şey geceleri yastığa başımı koyduğumda içimden gelen mırıltıların her geçen gün arttığıydı:
‘ ne olur ruhum, gel artık.. öyle hasretim ki sana, rüyama bile gelsen avunucam’

Sabah oluyor hep bir şeylere, bir yerlere koşup dururken buluyorum kendimi. Bu koşunun sonsuza kadar süreceği düşüncesi ise kemiriyor içimi. Bir tek şey olabilir diyorum benim koşumu durduracak, aşk’ın şefkatli kolları.. eğer bulamazsam koşup duracağım.


Ne sıcak bir gündü. Yolda gördüğüm arkadaşımla beraber soğuk bir şeyler içmek için girmiştik oraya. Tek başına oturuyordu, hüzünlü, dalgın.. beni görünce başını önüne eğerek verdiği ufak bir selamla yetindi. Cesaret edemedim yanına gitmeye, cesaret edemedim aylardır onu düşündüğümü söylemeyi, yanımdaki arkadaşım yerin dibine girsin istedim. Korktum yanlış anlamasından. Saçma sapandım, düşündüğüm şeylere kendim de inanamadım. Boş ve ruhsuz görünüyordu onun haricindeki herkes. O ise kalemle bir şeyler karalıyordu. Elindeki kağıdı katladı, ayağa kalktı, bize doğru yürüdü, kağıdı bana uzattı ve fütursuzca çekip gitti.

Kağıdı açıp okuduğumda aynen şöyle yazıyordu:
‘beni başka tenlerin terinde arama ey sevgili, ben aldığın nefesteyim..’

Delice koştum arkasından durdurdum onu soluk soluğa, tam konuşacakken parmaklarıyla dudaklarımı kapatarak ‘gel’ dedi..
Gel!..
Sorgusuz sualsiz gidecektim, atla uçurumdan dese atlayacaktım, huzurluydum nereye gittiğimi bilmediğim halde.
Elimden tuttu, içime güneş doğdu sanki, öylece bakıyor gülümsüyordu. Küçük bir müzik kutusundan gelen ses gibi rahatlatıyordu içimi..

Hayat ne çok vaktimi almıştı şimdiye kadar, böyle duyguları ilk kez yaşatıyordu bana, biri geldi geçti, biri güldürdü, biri gurur duydu, diğeri alkışladı, biri canımı yaktı, biri anlattı anlattı.. ama hiçbirisi şu andaki kadar iyi hissettirmedi.

Deniz kenarındaydık, hem yürüyor hem konuşuyorduk, uzun uzun bahsetti kendinden, yaşadıklarından, geçmişinden hayallerine kadar.. bir kelimesini bile kaçırmamaya çalışıyordum. Enterasandı anlattıkları, bir ara gözlerimi kapatarak yaşadım hayatını.. bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Tek tek her saniyesini hatırlarcasına tüylerim diken dikendi. Gerçek mi diye dehşete düştüm.
Hayat işte.. ve çılgıncasına akıp giden zaman, bütün yaşanan çelişkiler, kuralları yıkmak isteyen duygular, hissettiğimiz farklı heyecanlar..
Seviyordum onu, hem de çookk..



Günlerimiz beraber geçmeye başlamıştı. Çoğu gecelerde ise şehvetin doruklarına çıkıyorduk. Yorgun bedenlerimiz birbirinde huzur buluyor, terli, ıslak birleşmelerin ardından kenetlenip uyuyakalıyorduk.

Sıcak bir gecede gözümü açtığımda yanımda olmadığını gördüm ve mutfağımdan fısıltılar duydum. Hemen kalkıp baktığımda elinde bıçakla öylece duruyordu.
Korkuyla sordum:
-Neler oluyor?
-O buradaydı, dedi.
-Kim?
-Beni öldürmek istedi, o kadın buradaydı, tehlikeli, korkarım sana da zarar verecek ama ben korurum seni, merak etme ne olur; diyerek yanıma yaklaştı elinde bıçakla, iyice dehşete düşmüştüm.
-burada kimse yok! dedim.
-az önce buradaydı, sen gelince gitti, dedi.

Neden görmemiş, duymamıştım, garip geldi, yalan söylediğini düşündüm. Acaba bana mı zarar verecekti, korku doluydum. Yaklaşıp sarılmak istediğinde kendimi geri çekecek kadar ürkmüştüm.

O geceden sonra bana anlattıklarını tek tek düşünüyor ve bazı şeylerin imkansız olabileceğini daha iyi anlıyordum. Hakkında söyledikleri sanki bir hayalden ibaretti. Geçmişi uydurulmuş şeylerden oluşuyor gibiydi. Ama davranışlarında herhangi bir gariplik yoktu bu zamana kadar.

Akşam yemeği için sözleşmiştik. Ona sorularım olacaktı. Kahkahalarla başlamıştı sohbetimiz. İltifatlar ediyor, çok neşeli görünüyordu. Ama birdenbire bu hayattan kurtulmak istediğini söyledi. Bunu beraber yapmalıyız dedi.

Dünyanın ne güven duymaya, ne değer vermeye, ne yaşamaya uygun olduğunu, sevgimizi, aşkımızı, şefkat, özlem ve hüzünlerimizi bu şeytanlara yem olarak vermememiz gerektiğini, sevdiklerimizin bizden alınıp götürülmesine karşı çıkmamızı, bizim güçlü olduğumuzu, bu dünyaya yenilmememizi, merhametsiz, saygısız, akılsız insanlarla aynı ortamlarda kalmamamızı anlatıp duruyordu. Ve tüm bunları yaparken yanında olup olmayacağımı soruyordu.

Anlayamıyordum artık onu, konuyu değiştirerek gördüğü o tehlikeli kadını sordum. Bize nasıl zarar verebilir dedim. Hiç cevaplamadı. Geceyi onun evinde geçirdik. Uyandığımda yanımda değildi. Küçük bir not buldum yanı başımda:

Sevgilim, bu sabah seni uyandırmaya kıyamadım. Aceleyle çıkmam gerekti. Dün gece sen kollarımda mışıl mışıl uyurken düşündüm de sahip olduğum en güzel varlıksın. Seni kendi cehennemime çekemem. Davamı sen olmadan sürdüreceğim. Ne zaman kendimi mutlu hissetsem bir terslik çıkardı. Şimdi de öyle hissediyorum. Ama korkmuyorum bundan, oysaki daha önceleri ödüm patlardı. Hayatımdaki varlığından, bana yaşattığın bu mutluluktan dolayı minnettarım. Uyandırmaya kıyamadığımdan o güzel yüzünü öpemeden gidiyorum. Hoşça kal ‘aşk’ ..

Bıraktığı notu okurken yüzümü bir gülümseme almış ama içim içimi yiyecek kadar da rahatsız olmuştum. Bir veda mı başlangıç mı olduğunu anlamadım. Ama yüreğimi iyi ile doldurarak kalktım yataktan. Toparlanıp evime gittim, oradan da işe koşturdum. Akşama kadar ne aradı ne de aradığımda cevapladı.

İş çıkışında soluğu onun evinde aldım. Sevgilim ıslak saçlarıyla banyodan yeni çıkmış haliyle açtı kapıyı, içeriden mis gibi kekikli et yemeği kokusu geliyordu. Kapıyı ardına kadar iterek beni içeri çekti ve dudaklarıma minik bir öpücük kondurdu. Onun bu git- gel lerine yetişemiyordum. Sabah bıraktığı veda mektubu gibi nottan sonra tüm gün ona ulaşamamam içimi hüzne boğmuştu, ama şimdi hiçbir şey yokmuş gibi karşılıyordu beni.

Yaptığı o güzel yemeği beraberce yedik sonra film izlemeye koyulmuştuk ki içimi kemiren o kadını tekrar sordum. Bir rüya yada halüsinasyon görmüş olabileceğini söyledim.

Hiç beklemediğim bir tepkiydi bu seferki; birden ayağa kalkıp yüksek sesle konuşmaya başladı. Hatta bağırıyordu. Sakin olması için yaklaştım ama beni iterek asabi hareketler sergilemeye başladı. Öylece kalakalmıştım. Eve gitmek istediğimi söyleyerek kapıya yöneldiğimde ise kolumdan tutarak kendine çekti. Direndiğimde kolumu daha da acıtıyordu. Bir şekilde kurtularak kaçtım ondan. İnce ayaklı küçük bir masa vardı odada. Hızla masanın üzerine vurdu, paramparça oldu masa.

Ben ise koltuğun köşesinde oturmuş, başımı dizlerimin arasına toplamış titreyerek izliyordum onu. Öylesine zavallı göründüğümü düşündüm ki yanaklarım gözyaşlarımla ıslandığı zaman..
Bana baktığında sinir şokundan biraz da olsa toparlanmış gibiydi. Dayanamamış olmalı ki yanıma yaklaştı, elini ıslanmış yüzümde gezdirdi, sımsıkı sarıldım ona, hıçkırıklarım boğazımda kalıyordu boğulurcasına. Sabaha kadar bırakmadan sardık birbirimizi.
Ne çok seviyordum onu..

Sabah olduğunda, arkamdan yanaşıp belime sarıldığında, kulağımın altından boynuma doğru bir öpücük kondurduğunda, ılık nefesini hissettiğimde her şeyi çoktan unutmuştum.

Günlerimiz böyle sevgiyle, aşkla devam ediyordu. Zaman geçtikçe gariplikler listesi uzuyordu. Ben sevgilimin ilaç içtiğini fark edene kadar da iniş çıkışlarla sürdürmüştük ilişkimizi. Merakım özel eşyalarını karıştıracak kadar ayyuka çıkmıştı. Kullandığı ilaçların şizofreni tedavisi için olduğunu öğrendiğimde ise şaşkınlıkla ve üzüntüyle boğazıma bir şeyler düğümlenip öylece kalmıştım. Şimdi pek çok şey yerine oturuyordu. Olmayan şeyleri görüp duyması, koku alması, kendini bu dünyadan soyutlayıp, görmek istediği, yaşamak istediği hayatların içinde bulması..
Sevdiğim adam hastaydı ve bana her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı vardı.


Bir akşam yemeğe davet ettim, sevdiği yiyeceklerden yaptım. Toplu saçlarımı, makyajsız yüzümü ve kısa elbiselerimi çok severdi. Özenle hazırlandım.
Kapıda beliren upuzun endamına, derin bakan gözlerine bir kez daha aşık oldum.

Yemekten sonra, sakin ve yumuşak bir ses tonuyla hastalığını öğrendiğimi, bunu atlatmak için ne gerekiyorsa yapacağımı, onun yanında olup beraberce çözebileceğimizi ve onu ne kadar çok sevdiğimi söyledim.

Hiç konuşmadan dinledi önce ama sonra birdenbire ayağa kalkıp bağırmaya başladı..

- yazıklar olsun.. nasıl yaparsın bunu, ne hakla, nasıl burnunu sokarsın işlerime, neden özel hayatıma karıştın?

Gerçekten deliye dönmüştü. Şizofren olduğunu öğrenmemin verdiği utanç mıydı yoksa geçirdiği nöbetlerden biri miydi?

Sakin olması için yalvardım, yaklaşmaya çalıştıkça sürekli itiyordu beni. Birden cama döndü..şehre tepeden bakan geniş penceremin önündeydi. Yağmurdan dolayı sürekli şişip de zorlukla açılan pervaz bir anda açılıverdi. Pencerenin üzerinden aşağı bile bakmadan kendini boşluğa bıraktı gözlerimin önünde..

Telaşla aşağıya indiğimde yüzüstü, bir kolu bedeninin altında, diğer kolu kıvrılmış şekilde öylece yatıyordu yerde. Yüzünün yere değen kısmı tanınmayacak haldeydi. Bir anda bir sürü insan doldu çevremize. Ne bir ses duyabiliyordum ne bir şey hissedebiliyordum. Tamamen boşluk kaplamıştı içimi. Hatırladığım tek şey kollarımı onun cansız bedeninden zor ayırdıklarıydı.

Artık tüm yaşananlar uzaklarda kalan acı dolu hatıralar gibiydi. Şimdi yerinde koskoca bir boşluk bıraktı. Öyle garipti ki bu, yerini hiçbir şey dolduramıyordu. Ve yıllar geçse de hep bu şekilde olacak gibiydi.

Hayat, hayal kırıklığıyla doluydu.
Sevdiğim adam kollarımda ölmüşken benim yaşamak için ne sebebim vardı ki!

15 Eylül 2010 Çarşamba

sonbahar

Belki de şu an benim şehrime yağmur yağıyordur.
Islak caddeleri, gri denizi, yosun kokan sahiliyle öyle yalnız kalmıştır.
Bir gün dönebilecek miyim oralara yoksa ömrüm burayı beklemekle mi geçecek acaba?
Bunları yazayım ki içimdeki boşluğun büyümesine engel olayım istiyorum. Dönemesem de şehrime o renkler bende kalsın elimi uzattığımda tutabilmeyi hissedeyim istiyorum.

Kalabalık caddelerin üzerime gelmesi, bu uğultu, hınca hınç trafik, akşama doğru buz kesen hava ve sanki düşünecek başka hiçbir şeyim olmaması nasıl da örtüyor sonbaharı.

Çocukluğumun o kaygısızlığı yitirilip gitmiş gibi ama yine de neyleyim derdi tasayı diyerek hayata bağlanmak en güzeli..
Hiç yoktan gülüp sevinmek
Hiç yoktan hafiflemek
Hiç yoktan sevişmek
Hiç yoktan alıp başını gitmek düşüncesi vardı her zaman
Ama hiç yoktan olmadı hiçbir zaman
Hele ki bu yaştan sonra hiç olmayacak. Bir anlam yüklenecek, bir neden aranacak.
Gökyüzüne bile baktıkça öyle derin görünecektir, içimin boşluğuna inat dolu dolu, doya doya izlenecektir.
Korkulacaktır kara bulutlardan, rüzgarla yıkanacaktır eller..
Kapılıp gideceğimdir fırtınaya, bakacaktır martılar bana..
Ve ben aktıkça akacağımdır.. denize doğru

Eylül'de Istanbul

Yağmur yağıyordu, ıslatmayacak kadar nemli ve etraftaki gürültüyü örtecek kadar sakin.
Terletmeyecek kadar sıcak ve üşütmeyecek kadar da serin.
Sessizliğim haykırırcasına, kan revan içinde. Bir ağlamak geçti üzerimden. Biliyordum ki ağlarsam yağmurdan daha çok ıslatacaktı bedenimi.
Ahh İstanbul.. ne çok örttün üstümü üşüdüğüm zamanlarda.
Bir nefes oldun, kaçış oldun.
Isıttın içimi.
Şimdi neden acıtıyorsun canımı?
Sabah aydınlığında zifiri karanlıkta gibiyim.
Ahh İstanbul..hem çok sevilen, hem küfredilen..
Günah keçisi arıyorum kendime, seni seçtim.
Çünkü ben imkansızlığın yüreğime işlediği yerdeyim.
Ve ben aslında gitmek isteyip de gidemediğim yerdeyim.