25 Temmuz 2016 Pazartesi

Bir kedim bile yok



Soğuktu kulübe, az önce yaktığım soba daha yeni ısıtmaya başlıyordu. Yatağa uzanıp biraz dinlenecektim ki, dışarıdan gürültülü bir ses duydum. Hemen çıkıp baktığımda, ıslanmasın diye kulübenin yağmurluklarının altına dizdiğim odunların bir kaçının devrildiğini gördüm. Bir fare, sincap ya da ayı bile olabilirdi. Ama bu bölgede ayıların yazın dağlarda yiyecek bulamazlarsa eğer buralara kadar nadir olarak indiğini biliyordum.Yani şu mevsimde uykuda olmalıydılar. Yıkılan odunları yerine koyuyordum ki çaresiz iki çift göz öylece bakıyordu sıkıştığı tahtaların arasından.
Küçücüktü, minnacık, ıslanıp üşümüştü, tüyleri üzerine yapışmış, sıçan gibi görünüyordu. Miyavlamaya çalışır gibi ses çıkardı. Önce üzerindeki odunları aldım itinayla, bir yerine bir şey olacak diye ödüm kopuyordu. Biraz rahatlatınca kaçmaya çalıştı ama tuttum onu, göğsüme doğru yaklaştırıp sardım. Kulübeye götürüp yarası var mı diye baktım.
Birkaç haftalıktı sanki, annesi nerelerdeydi acaba? Belli ki açtı, çelimsiz görünüyordu.
Bu arada radyoda çalan müziğe kulak verdim. Sezen Abla söylüyordu:
‘Bir kedim bile yok, anlıyor musun; hadi gülümse’

Gülümseyerek havluyla sardım kediyi. Bir kedim vardı artık.

Sıcak yaz günlerinden biriydi ilk aklıma gelen şey, hiç unutmuyorum 16 Ağustos’tu. İstanbul’dan arabamla yola çıkmış körfezi dolanarak Bursa’ya gidiyordum, aslında sabah çıkacaktım yola, uyku tutmayınca gecenin bir vakti yola koyuldum. İzmit civarında yol kenarındaki bir restoranda yemeğin yanında alkol de aldım. Ama yola devam etme durumundan vazgeçmiş değildim.
Yeniden bindim arabama, gecenin ıssızlığında bölünmüş yolda ilerledim epeyce. Gölcük civarıydı, yavaşlamıştım, yine de belli bir hızım vardı. Dinlediğim müziği değiştireyim diye başımı eğip de birden kaldırınca, yola bir şeyin fırladığını fark ettim, ani bir frenle durdum fakat bir şeye çarpmıştım. Hemen dışarı fırladım, gecenin karanlığında parlayan gözleriyle karşılaştım. Bedeninin ortasından geçmiştim, can çekişiyordu. İçler acısıydı, yalvarır gibi bakıyordu. Elimle alıp yol kenarına çektim, daha fazla bağırmaya başladı ve birden kesildi sesi. Ölmüştü.
Saat 03.02 idi, derinden duyduğum dua sesleri arasında onu toprağa gömdüm. 17 Ağustos’un o saatinde toprağa gömülen pek çok vatandaşımız gibi.

Bir dostum vardı bundan böyle. Odunların içinden çıktı geldi hayatıma ve beni geçmişe sürükleyip yıllar öncesi yaptığım hatayı biri sağdan biri soldan olmak üzere usta bir boksör kroşesi gibi indirdi suratıma.
Bu bana, kaderden tesadüflere, mistik düşüncelerden paranormal kavramlara kadar pek çok şeyi düşündürdü. İşin içinden çıkamadım tabi.
O uyuyor şimdi, çorbanın suyuyla ıslattığım ekmekleri yedirmeye çalıştım. Az da olsa yedi. Çok şükür ki yarası beresi kanaması yok. Sobanın arkasına serdiğim havlunun üzerinde yatıyor, yüzünü minik patilerinin arasına almış ve küçücük kuyruğunu da kıvırmış halde.
Bir kedim var, adı da Seyfo.
Hadi gülümse artık..

22 Temmuz 2016 Cuma

Hadi kaç kendinden, kaçabiliyorsan




Her insan, hayatının bir döneminde kaybolmak,sahip olduklarının üzerine kapıyı kapatıp çekip gitmek fikrine nereden kapılır bilmiyorum.

Arsız bir istek gibi görünse de hayatımızın bir bölümünde bu fikir aklımızı başımızdan alır, kim ne derece uygular orası belli olmaz ama derin bir kuyunun içine atlar gibi ve orada seni bekleyen şeyin yine sen olduğu gerçeğini göz ardı eder gibidir bu düşünce. Belki yalnız kalma isteği, belki de vicdan azapları, belki küçük mutlulukları yakalama arzusu, belki de kendini anlama başarısıdır. Arınma, içini dinleme, farkına varma eylemlerini de yanında taşır.

Neyin peşinde koşacağını, neye özlem duyduğunu hatta ne istediğini bilemez insan, anlatsa anlatamaz, sussa içinde büyür kocaman olur, mantığıyla yüreği çatışır, kan gövdeyi götürür.

Bir şeyi istersin yapamazsın, bir karar alırsın uygulayamazsın, bin bir tilki döner kafanda, ona buna kulak verirsin, biri yanında olur, diğeri karşında, seni etkilemelerine izin verirsin. Bir adım atarsın tökezler düşersin kimseyi suçlayamazsın, kendine kızarsın. Döner dolaşır sana dokunur ucu. Yıllar geçer böylece ve sen aslında hep yerinde sayarsın. Ne çok yaşanmışlık vardır bu şekilde. 
Kendinle kaldığında muhasebesini yapar, hesabı tutturamazsın. İşte o zamanlar ayyuka çıkar çekip gitme isteği. Kaçmak insanoğlunun yaratılışında var. 

Halbuki bunun bir sebebinin olması gerekmiyor ki!
Canım istedi o kadar! 
Hadi yaylanayım şimdi, ayaklarımın beni götürdüğü yere ;) 

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Sütlü ve şekersiz


Şu saat olmuş (15.30 suları) yeni yeni kendine gelmeye başlayanlar kulübü üyeleri olarak kahveyi bulana teşekkürlerimi sunuyorum. Efsane diyor ki; kahveyi ilk keşfeden canlılar keçilermiş.

Habeşistan'da başlayan hikayeye göre bir çoban hayvanlarının bir ağacın meyvesini yedikten sonra garip davranışlarını, uyanık kalışlarını fark ederek durumu Derviş Şazili'ye bildirir. Bu meyvenin suyunu kaynatıp içen Derviş Şazili de aynı canlılığı yaşar ama kahvenin ilk kez sulu bir içecek olarak içilmesi Yemen'de Sufiler tarafından gerçekleşir. İbadet ve zikir sırasında uyanık kalabilmek için. 

Sonrasında Osmanlı, Avrupa ve Uzak Doğu'ya yayılır. Brezilya'ya gidişi ise daha ilginç. Brezilyalı genç bir subay kahve tohumlarından almak için Fransa'ya gelir fakat Fransız yetkililer vermek istemezler. Subaydan etkilenen valinin karısı bir buket gülün içine kahve tohumlarını yerleştirerek subaya verir ve ülkesine götürmesini sağlar. Vay be!

Neyse kahvemizi içip ayıldığımıza göre asıl mevzuya gelebiliriz: Kadınlar.

Zaten insanoğlunun bir de erkek cinsi var, tüm mevzu bu ikisi arasında dönüp durur, diğer her şey bunlar arasında gelişen, çözümlenen ya da hiç çözülmeyecek olaylardan ibaret olur. 

Ne kadar güçlüler aslında. Evini sırtında, hayatı omuzlarında, çocuklarını karnında taşırlar. Bilimden, sanattan, sokaktan, siyasetten, edebiyattan kovalayanlara karşı çıkarlar. Tırnaklarıyla toprağı kazıyarak üretirler, yoktan var eder, her türlü hastalığa şifa olurlar. 
Bunları herkes biliyor, inkar edenler de biliyor. Sırf önüne taş koymak için yapıyorlar.Yapsınlar! 
Bu şekilde daha da güçleniyor kadınlar. 

Anlam veremediğim kadınlar arasındaki garip yarış. Kendini et ve kemikten ibaret olarak görenlerin, farklı düşünen, fikirlerini sunan, duygularını gösteren, söz olan, dans olan, saz olan, ilaç olanlara gösterdiği acımasız tepki. Neyin peşindesin kardeşim? Memelerinle yaptığın girizgahı tek taşınla devam ettirince boyun mu uzuyor? Evinin manzarası, arabanın modeli insanlığa katkıda mı bulunuyor? Nasıl yaşadığın, ne yiyip içtiğin, hangi mekana gittiğinden banane!
Bacaklarının uzunluğunu sergilediğin o arka sayfa gazete parçasıyla cam siliniyor bil istedim!
Göstersene kalbinin derinliğini tek taşını gösterdiğin kadar. 
Hepimiz yorgun, yaşlı, kırışmış suratlarla ölüp gideceğiz, birbirimizi ezmenin kimseye faydası yok. Sen şekilli poponla, banka hesabınla diğerlerinden üstün olamazsın. (Bu coğrafyada olursun o ayrı konu) 

Ressam olsaydı şimdi, 'yine sinirlenmiş bu' derdi.

Allah herkesin gönlüne göre versin.