30 Kasım 2012 Cuma

Yaz yaz yaz.. bir kenara yaz..



Tatlı bir rastlantıdır aşk. Merakla bilinmeyene doğru keşfe çıkarır. Yaşanmadan ölünmez, acıya acıta da yaşanır.
Neyse olmayan bir şey beni pek heyecanlandırmıyor. Özellikle de Mısır kadar bile olamadığımızı düşünürken!

Küçüklüğüm oldukça silik hatıralarla dolu. Ele avuca sığmaz hallerimin yanında kolumdan daha kalın kitapların içinde kayboluşum beni farklı ve yalnız bir dünyaya iterdi.
Çok okuyan insanlar tanıdım, hatta bunu meslek olarak yaptım.
Okumasını bilen bir kimsenin dergi, gazete, kitap ya da ders notlarında kendine ait şeyleri seçip aldığına şahit oldum. Kişisel gereksinimleri önemliydi ve onlara cevap olacak bilgilerin peşinden gidiyorlardı. Bu bir şiir, roman ya da biyografi dahi olsa kendilerine özgü tavrı buluyorlardı içlerinden. Aslında çok okuyucusu olan bir kitabın başarısı da buradan kaynaklanıyor sanırım veya hepimiz birbirimize benziyoruz.

Bazı okurlar üst üste kitap devirdikleri halde bunların değerlendirmesini yapamazlardı. Kendilerine ait ne bir bilgi ne de kurguya ulaşırlardı. Bu durumda okumak onlar için bir hedef oluyordu. Bunun yararlı olmadığını anlamaları ne kadar sürdü bilemiyorum.

Bazı okurlar ise sadece mesleğinin bir parçası olarak ve daha yüksekleri hedeflemek uğruna okurlardı. Elbette bunu eleştiremem!
İçinde yaşadığımız dünya için oldukça gereklidir. Tabi bunlar kendilerinin ciddi anlamda bilgi sahibi olduğunu düşünerek hayatı anladığını sanırlar ve gerçeklerden bir parça uzaklaşmış olurlar.
Hala eleştirmiyorum, ne haddime! Çoğu hocam olur çünkü..

Hele bir okur grubu var ki işte o tam da yazarların aradığı cinsten. Kitap alarak tatmin olan bu grubun kütüphaneleri dolu, kafaları boştur. Prestij sahibi olmanın kitap almaktan geçtiğini kabullenirler. Allah onları başımızdan eksik etmesin!

Ya ben aşktan bahsediyorken bu kitap mevzusu da nereden çıktı?
Bu durumda kıssadan hisse olarak kitap=aşk diyorum ve kalemimi kırıyorum..

29 Kasım 2012 Perşembe

Kaldığı yerden devam..




Aklım boyumu aşar bazen, korkarım bu durumdan çünkü denge kurulmazsa kurnazlığa doğru gider ki hiç de haz etmem. Böyle bir anda fişi çeker kapatırım kendimi. 
Bugünlerde bir yetişemezlik durumu var, hayat mı bana, ben mi hayata fazlayım anlamış değilim.
Bir kaç gün evde kalıp daralmak istiyorum. Hatta çok satanlar listesinden alacağım bir kitapla yozlaşmak istiyorum.
Herkes yorgun.
O kadar dramatik olmasa da aynı yoldan geçiyoruz zaman zaman. Bütün mesele sınırları bilmek galiba..
Güçsüz, mahcup, bitkin insanların geride kaldıkları aşikar. Yolun başındakiler ise yalancı, düzenbaz, oyunbaz..
Arada kalanların içindedir belki düzgün insanlar, kim bilir.. Kendimize bir yer edinmiş geçinip gidiyoruz..
Benimse içimde bir hüzün var. Tıpkı Bach'ın melodilerinde olduğu gibi tatlı bir hüzün..
Yetenekli ve güçlü parmakların piyanonun tuşlarına dokunduğunda çıkan melankolik ses misali geçip gidiyor hayat. Bir o kadar güçlü bir o kadar dayanılmaz. Rüzgarın etkisiyle dalgalara kapılmış gibi, sahile vuruyorsun sonra bakıyorsun ki suyun içindesin. Nefes almaya zaman kalmıyor ama nefesin de durmuyor.
Oldukça sinir bozucu bir durum, bu yüzden etraf mutsuz insanlarla dolu.
Ceyda mesela, beş sene boyunca neredeyse tıp eğitiminden farksız öğrenim görüyor ama nasıl bir takdiri ilahidir ki masaj yapıyor asgari ücretten biraz fazla maaşla.. Yüzündeki gülümseme içten mi diye düşünüyorum çoğu zaman. 
Onun yanındayken çok daha fazla şey düşünüyorum aslında..
Kendimi geçtim insanlar hak ettikleri yerlerde olsunlar istiyorum artık, bu isyan içimde büyürken hücrelerim de birer birer ölüyor..
Yapabileceğim şeyler azalıyor..
Hayat beni kaybediyor!
Çok yazık!

28 Kasım 2012 Çarşamba

Saçmalamaca


Ömrümden gelip geçen kırk sene içinde hiç günlüğüm olmadı, gizli gizli yazıp da yastık,yorgan altlarına sakladığım bir defterim olmadı, bunun bir eksiklik olabileceğini de hiç düşünmedim, ta ki şu anlara kadar.. 
Öyle oturup dururken (pek oturup durduğum söylenmez, en oturduğum zaman bile aklımdan bir şey geçirirken tırnak törpülüyor ya da çorap katlıyorumdur) kafamda çakan şimşekler beni bilgisayar başına ve dolayısıyla buraya yöneltti. Blog sayfasıymış, insanlar her şeyi yazabilirmiş, günce olarak da kullanılabilirmiş..
Hadi bakalım başlayalım o halde, benim neyim eksik! 
İkinci günden sonra havlu atacağımı bilsem de, saçmalık olarak görsem de bu akşam bu satırları illaki yazayım diyorum.
İçimde müthiş bir enerji var, bu benim bedenime zarar veriyor aslında, kırklı yaşlarda olup da on yedilik bir gencin eforuna sahip olmak yüzünden başıma gelmedik kalmıyor. Sonrası ağrı, sancı, fiziksel terapi vesaire..
Aslında bu enerjiyi yüksek tutmak, etrafa ışık saçmak bazılarına göre ne kadar kıymetli ve mutluluğa giden bir yol gibi görülse de mutlu olmak o kadar kolay değil, bunu tüm hücrelerinde hissetmelisin, kendine mutlu olmalısın.. 
Kolay değil işte.. 
Böylesini mutlu olmak için çaba sarf edenler ama mutlu hissetmeyenler anlar ancak. 
Sonrasında mide ağrısı, kalp çarpıntısı, uykusuzluk, kabızlık..
Hayat gerçekten hayal kırıklıklarıyla dolu, sadece hayallerin kırılsa iyi, can kırılıyor, kalp kırılıyor, beden kırılıyor, ruh kırılıyor..
İnsanlar başlarına güzel şeyler geldiğinde hak ettiklerini düşünüyorlar da neden mutsuz olduklarında haksızlık olarak görüyorlar ki!
Bazen çekip gitmek istiyorum, dilini bilmediğim bir ülkeye, orada yolumu bulamayayım istiyorum, kaybolup durayım insanların içinde.. 
Kaybolayım ki içimdeki benle karşı karşıya geleyim.. Onun canına okuyayım, senin yüzünden buralara geldik diye hesap sorayım!
Yoksa hiç bitmeyecek bu huzursuzluk..

Ve sanırım günlük bu şekilde tutulmuyordu!
Amann zaten gün boyu ne yaptığımı gayet iyi biliyorum, bunu yazmanın ve ilerde okuyunca hatırlamanın ne anlamı var ki.. Boşa geçen bir günü daha bir de blog okuyucularının gözüne sokmanın ne önemi var ki..
Haydi iyi geceler, ya da günaydın, ya da afiyet olsun..



20 Kasım 2012 Salı

Gençlere Tavsiyeler (naçizane)




Her karşınıza çıkanla evlilik hayallerine dalmayın!
Kimsenin sizi kalıplar haline sokmasına izin vermeyin, içinizden geldiği gibi yaşayın, kendiniz olun, kukla olmayın..
Sizi engelleyen diğer sizi öldürün!
Spor yapın, hareket edin, zamanınızı iyi kullanın..
Makyajla, boyayla kendinize zarar vermeyin ama temiz olun güzel kokun..
Çok kitap okuyun az oyun oynayın..
İzleyeceğiniz filmleri iyi seçin.
Kendinizden büyüklerin sözleri her zaman değerli olmayabilir, doğru düşünün..
Meslek sahibi olmadan evlenmeyin..
İlk flörtünüzde hamburgerciye gitmeyin!
İnançlarınızı kimsenin hatırı için değiştirmeyin.
Kendinizi müdafaa etmeyi öğrenin ama asla saldırgan olmayın..
Kişisel gelişimi hafife almayın!
Hayat; sanattır, felsefedir, tarihtir, edebiyattır, müziktir, resimdir, matematiktir, fiziktir, kimyadır, biyolojidir sakın unutmayın..
Sosyal paylaşım siteleri yerine sosyal hayatı tercih edin..
Sevin!
Dokunun..
Merak edin, araştırın..
Gezin!
Öğrenin..
Dans edin..
Yabancı dilden korkmayın, en fazlasını bilin..
Para kazanmak için meslek seçmeyin!
Çok para verdiğiniz şeyin en iyisi olduğunu düşünmeyin..
Markalara takılmayın!
Vatana, millete sahip çıkın..
Kendinizi kimseye ezdirmeyin!
Soruların, testlerin, sınavların içinde kaybolmayın..
Odanızı toplayın!
Kendi içinizde yolculuğa çıkarak keşfedin..
Soğukta göğsünüz açık, baldırınız çıplak gezmeyin, sonra fena çıkıyor acısı, benden söylemesi..
Gururunuz, şerefiniz sizden sorulur, ona göre!
Bir uğraşı edinin; seramik, fotoğraf, müzik, tiyatro ve saire..
İzlediğiniz filmi tekrar izlemek yerine okuduğunuz kitabı yeniden okuyun..
Gündemi takip edin!
Olumlu olun ama polyannacılık oynamayın..
Ne istediğinizi bilin, fazla hırs yapmayın..
Bencil olmaktansa insancıl olun..
Özgürlüğünüzü koruyun..
Yemek yapmayı öğrenin, servise yardım edin, elinize yapışmaz!
Büyüklere saygı duyun, onlar sizin geleceğiniz..
Küçükleri sevin, onlar sizin geçmişiniz..
Aşkı yaşayın, inanın ama kaptırmayın..
Şu büyükler de ne çok şey istiyor gençlerden demeyin J
Adam olun, kadın olun yeter!

19 Kasım 2012 Pazartesi

Sinema deyince aklınıza ne geliyor?





Hayatın içindeki bir takım kesitleri renkli anlatımlarla, genelde güzel kadınların yakışıklı erkeklerin sunumuyla ve çarpıcı müziklerle beyaz ekranda izlemek mi?




Birkaç saat keyifli vakit geçirmek mi?
Saçmalık mı?
Eğlence mi?
Gerçekler mi?




Hobi mi?
Meslek mi?
Sanat mı?





Amaç mı?
Araç mı?
İdol mü?





Olmazsa olmaz mı?




Galiba hepsi..




Ama ne olursa olsun bizi duygular içinde bir yolculuğa çıkardığı ve ruhumuza iyi geldiği kesin..
Bir başkasının hayatı belki..



Bir başkasının kurgusu, hayali..
Bir başkasının uğraşı, emeği..




Bazen filmin en alakasız yerinde ağlarken bulursunuz kendinizi, bazen de gülmekten yaşlar akar gözlerinizden ya da ödünüzün koptuğu anlar olur, yerinizde duramazsınız, bitmesin istersiniz, sıkılabilir, şaşırabilir, zevk alabilir, gerilebilirsiniz, tekrar izlemek isteyebilir, filmi yarıda bırakıp çıkabilirsiniz.. 



Sonuç olarak sinema güzel olmaktan öte daha güzel bir dünya için gereklidir.




5 Kasım 2012 Pazartesi

Annelik..





Doğurmaktır öncelikle..
Kadına verilen büyük mucizedir
Zordur
Uykusuz kalmaktır
Bir erkeğin asla olamayacağı şeydir
Karşılıksız sevmektir
Eğlencelidir
Meraklı, endişeli çoğu zaman kaygılı olmaktır
Masallar diyarında dolaşmaktır
Gözyaşı dökmektir
Kahkahalar atmaktır
Avutma ve oyalama konusunda uzman olmaktır
Oyuncak telefonla konuşmak, cansız bebeği doyurmak, tencere kapağını direksiyon yapmaktır
Annenizin kıymetini anlamaktır
Çizgi film izlemektir
Parklarda yatıp kalkmaktır
Kendini feda etmek
Kocayı ihmal etmektir
Terli ayakları öpmek
Birinin bokunu, sümüğünü temizleyebilmektir
Palyaço olabilmektir
Hasta olunca çocuğum ne yapacak diye düşünmektir
Alışverişi koşturarak yapmak, çocuğun uyku saatlerinde evde olmak demektir
Çocuğunun yemediği şeyi yerken boğazından geçmemesidir
Umudunu kaybetmemektir
Çocuğun aşı veya iğne olurken senin canının yanmasıdır
Evdeki oyuncak kalabalığından her an düşme tehlikesi altında olmaktır
Güçlü hissetmektir
Ve mutlu olmaktır..

1 Kasım 2012 Perşembe

Hobaaa kankam style







‘Bir gün biri gelir ve hayatının geri kalanını onunla geçirmek istediğini fark edersin ve sonra da hayatının geri kalanının başlamasını istersin’ gibi bir söz geçer ya 'When Harry Met Sally' filminde, işte tam da oradan konuya dalayım istedim.
Öyküsünü de yazmıştım, sanılmasın ki taktım konuya.. ya da öyle sanılsın, fark etmez..
Köy ekmeğinden tost, erkekten dost olmaz derler, ateşle barut derler, olsa olsa gol olur derler, derler oğlu derler..
Ee torba mı ki büzesin, desinler.
Sen kendini bil yeter!
Tamam sakinim..

Gelelim filme;
Farklı bir bakış açısı sunar, birbirini er veya dişi olarak görmenin dışında insan olgusunu ortaya koyar, sonundaki gerçekdışılığa rağmen..

Bu arkadaşlık türünün iyi tarafı kendi cinsinin ne mal olduğunu bilir ve seni uyarır, bambaşka bir fikir verir.
Kötü tarafı hormonlar mantığın ötesine geçer (miş)
Anlamadığım şey bu hormonları neden yönetemediğimiz..
Hala sakinim..
Burada bir uzmana danışmakta fayda var bilimsel olarak..

Bence gerçek sevgiyi, güveni, tüm yanlış anlamalara ve karışıklığa rağmen bu tarz saf bir arkadaşlığı bulmanın servet değerinde olduğunu bilen aklı başında kişilerin olması kuvvetle muhtemel olup bunu koruyacak ve sürdürecek insanlar da çoktur.
Ben bunu bilir bunu söylerim hatta dibine kadar yaşarım bu durumu!