30 Nisan 2013 Salı

Kadınlık Halleri






Kadınsın.. Neyi merak edeceksin ki, neyle ilgileneceksin.. Otur evinde kilonu kontrol et, Dukan diyetiyle Karatay diyetini karşılaştır, akşam yemeği hazırla.. Alışverişe çıkıp hormonsuz domates peşinde koş, bir aşama ötesi kuaföründe french oje yaptır, parfümünü seç, çorabını al.. İşte gün bitti.
Biraz soyutlaştıralım.. Biraz ağlamayla kırılgan, sıkı bir kahkahayla aşüfte kaçabilirsin, dikkat et!!
Başın ağrır, hallerin gelir, asabileşirsin, huysuz kadın sevilmez bak söylemedi deme.. Araştırmak, okumak uğruna verdiğin çabalardan vazgeç, akıllı kadının önüne taş koyan çok olur..
Kadınsın.. acılı köftelerden uzak dur, kokoreçin adını bile ağzına alma, köpek havlamalarından kork, en ufacık şeylerde ağlama krizine gir!!
Şık kıyafetler giy, hemcinslerini kıskandır, pembe kapaklı cep telefonundan yaz mesajlarını sevgiline, ufak, narin arabana bin ve daya sırtını zengin kocana!!
Kadınsın.. al omuzlarına çocukların yükünü, olmadı babalarından ye dayağı, hayatın dolambaçlı yollarından başın dönerek geç, ezil, bükül, ağla yine de çalış çalış çalış..
Bin bir çeşidiz evet.. 
Kırmızı rujunu süren de var, kan ağlayan da var, maceraperesti, cesuru, güzeli, fesatı, kurnazı, akıllısı var..
Evet böyleyiz, isteyen bunu böyle kabul eder baş tacı eder, istemeyen çeker gider.. 

26 Nisan 2013 Cuma

Yarayı kanatmak.. sargı bezi olan var mı?



Bu senin hikayen değil, benim de değil.. Bizim gibilerin hikayesi hiç değil.. 
Çünkü biz kaçmayı yeğlemişiz, kendi kabuğumuza saklanmayı ve tüm her şeyin üzerini örtmeyi tercih etmişiz..
Bu cesaretini yanına alanların hikayesi, korkmayanların ve özgürlüğünü satmayanların hikayesi.. 
Biz yapamadık, neden? 
İyileşmeye ihtiyacımız var, evet hastayız.. ve hasta ediyoruz etrafımızı.. hadi saklanalım.. en kalın maskelerimizi takıp çıkalım ki kendimizi bari avutalım..
Kederin ağırlığı artarken üstümüzde, özür dileyelim gülümseyenlerden..
Ve kendi hayatımızı çalan kendimizden kurtulalım..


17 Nisan 2013 Çarşamba

SADECE ANLAMAK MI MÜMKÜN..


Yazının başlığı ile yazıda geçenler arasında bağlantı kurulmaması önemle rica olunur:) 



                       Fotoğraf  ile yazının da birbiriyle alakası yoktur



Devran dönüyor sahiden, eskilerden bugünlere gelen pek çok şey değişmiş olarak karşımıza çıkıyor. Yargılamıyoruz, çünkü alışmışız, çünkü biz de değişiyoruz.. 
Kim saydı ki yerinde, hiç yoktan yaşımız yaşadıklarımız ilerliyor. Yaşadığın yıllar değil, yaşayacağın şeyler önemli dedim bugün birine.  ( Burada övgü beklerken garipsendim.) 
Geçen sene bu vakitlerde başka birisiydim. 
( Abartmayayım.) Umutlarım daha fazlaydı. ( Yaralarımı başkalarına gösterecek cesaretim vardı en azından..) 
Bugün hava soğuktu. ( Konuyu dağıtayım.) Bu mevsimde soğuktan bahsediyorsak eğer olağan değildir, hava raporları buna mevsim normallerinin altında der. ( Lafı dolandırıyorum, idare et) 
Dışarı çıktım, bir arkadaşla sohbet ettim. ( Kişisel oldu biraz, ama sayfa benim, ister günlük tutarım, ister sürrealist akımın öncüsü Andre Breton'dan bahsederim) 
Yetiştirmem gereken o kadar çok iş var ki.. hatta bu gece için bir ödevim bile var ( Sızlanıyorum evet ) 
Düşünür, yazar, çizer ve bitiririm.. yazınca geçer..
Herkes için böyle değil midir.. ( Genelliyorum )
Bazen çok inandığım şeyleri başkalarına anlatmakta güçlük çekiyorum, ön yardı da var tabi: anlamayacaklar ki neden yorayım kendimi..
Umutsuzluk bu, akşam yemeğinden sonra toplanmış sofra atıklarının boşaltıldığı çöp poşetine gireyim demiyor, orada kalayım demiyor, şehir çöplüğünde yok olayım demiyor, buharlaşıp tenimizden ruhumuza işliyor..
Neyse gün ola devran döne ( Tekrarlıyorum, bitir sinyalleri geliyor ) 
İllaki bir sosyal mesaj vereceksem de dönüp durduk kendimizi aynı yerde bulmadık diyerek selamlarımı sunayım..


15 Nisan 2013 Pazartesi

Yazarak dokunmak insanlara

Sayfama hoş geldin.. 

Süt dökmüş kedilerden, şeker aşırmış çocuklardan bahsedebiliriz..


Fazıl Say'ın hapsinden, Fenerbahçe'nin yarı finalde Benfica ile mücadelesinden de bahsedebiliriz..




Sonsuz sohbetlere sürüklenebiliriz, ben yazarım sen okursun, belki de yönlendirirsin beni..

Tanımak istersen de tanıyabilirsin, ne zaman ağladığımı, nelere kızdığımı, hangi saatte uyandığımı öğrenebilirsin mesela.. 

Çıkmaz bir sokağa girmiş gibi kalabiliriz burada, tek yol geri dönmek..

Ama yazılan yazılmıştır bir kere..

Mesela şiirlerden alıntılar yaparım :
' Okyanusta ölmez de insan gider bir kaşık sevdada boğulur' diyebilirim Cemal Süreya'nın dizelerinden..




En sevdiğim şarkılardan birini, hatta şu anda dinlediğimi paylaşabilirim:




Sana yazdığım mekanı anlatabilirim, biraz loş, biraz sessiz..

İçimde yoğun bir hasretin sızlaması var diyerek içimi açabilirim sana..

Uykun gelir belki okurken, ışıkları kapatabilirim senin için, yok devam edelim dersen bir fincan kahve ikram edebilirim..

Ne olursan ol kendi değerlerini koru ve canının istediğini yap diye nasihatler verebilirim..

Ve buraya gelmek için neler yaşadığımı sesimden değil fikirlerimden sunabilirim..

Sonunda teşekkür eder, seni tanıdığıma memnun oldum der ve huzurundan ayrılabilirim..

3 Nisan 2013 Çarşamba

Hayata ve kendime dair..




Bir yavru kedi misali..



Bazı zamanlar neden yazıyorum diyorum kendi kendime, neyim var ki yazmaya değer..

İşte yine boş beyaz bir sayfa, ben yazdıkça dolacak, içimdeki hezeyanlar kelimelerle süslenip bu sayfaya aktarılacak ve ben rahatlayacağım ya da ben de kaybolacağım bu sayfaların arasında.

Hayatın bundan ibaret olmadığını biliyorum, iki satır yazınca aslında pek de sakinleşmeyeceğimi de biliyorum. Yaşadığım şeyleri küçümsemiyorum ama çok kızıyorum kendime, uçurtmalar bile rüzgarın olanca gücüne karşı çıkarken, hava akımına direnip dimdik gökyüzünde dururken ben onlar kadar olamıyorum.
Sebepleri var elbet, yalnızlık korkusu desem.. hiç değil, zira yalnızlık üzerine romanlar yazabilirim.
Sevgisizlik desem, nankörlük yapmış olurum. Hem kocaman bir sevgiyi tüm insanlığa yetecek ölçüde içimde taşıyorum  hem de bunun karşılığını görüyorum. Ama asıl mesele ne kadar sevdiğinde değil galiba, nasıl sevdiğinde..

Sıra geliyor çelişkilerime, yaşadığımın bundan ibaret olduğunu sanıyorum, hayatın kendisi çelişkidir diyerek de avunuyorum belki de..

Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiye sahibim, bunu içimde yaşıyor fakat dışa vuramıyorum, bir şeyler yapmaya gelince kontrolüm devreye giriyor. Yapma, etme, gitme, vurma, dokunma, sevme..
Halbuki severim ben.. karnımın aç oluşunu severim mesela, haz alırım yemek yemekten karnım aç olunca.. Kendini bırakıveren insanları severim, bir anlam aramadan.. Kitaplarımı severim, sorgu sual etmeden başucumda bulundukları için, çocukları severim karşılıksız.. Uyumayı severim sabah doğacak güneşe uyanmak için.. Fırtınaları severim hayatımdaki, yıkanır o zaman her şey, savrulur gider, sonrasında kolay değildir toparlanmak, sular çekilecek, güneş doğacak, yeni çiçekler açacak..

Düşünüyorum da güçlüydüm küçükken, bisikletten, ağaçtan düşer kafamı gözümü parçalar ağlamazdım, şimdi ağlıyorum durup dururken olmadık şeyler için.. ellerim uyuşuyor, gözlerim kapanıyor, süzülüp akıyor yaşlar..
Sonra bir daha düşünüyorum sövüyorum kendime, çünkü etrafta o kadar çok mutsuzluk var ki.. Rahat batıyor diyorum, evet tam da tabiri bu.. Böyle olmaması gerekir, hayatın beni bu kadar yormaması gerekir, bazı şeylere siktir et gitsin demek gerekir..
Olmuyor işte, anasını sattığım hayatı o kadar ani ve gelip geçici ki, kimseyi beklemiyor, baştan çıkarıyor, kafayı döndürüyor, tansiyonu düşürüyor, kalbi aritmik çarptırıyor, göz kırpıyor, kur yapıyor, takılıyorsun peşine dönüp bakmıyor, sen kendini heba ederken nanik yapıyor, tokadını bir sağa bir sola çakıyor, havlu atasın geliyor, nakavt olmak üzereyken 10 a kadar sayıyor, bir şans daha tanıyor, ısrar ediyor, bazen üşütüyor bazen yakıyor lanet olası..
Bunlar da güzel şeyler ama yorucu..
Yarım bırakamayacağımıza göre yaşamaya devam ve aslında en acısı da hayat karar veriyor sonumuza..

Her seferinde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak dediğimizde ise her şey eskisi gibi oluyor, tekrarlardan ibaret olan yaşamımız bizi sarıp sarmalıyor.

İşte böyle.. Şimdi bu gözyaşıyla ıslanmış sözcükleri rafa kaldırarak bir okyanus dalgasında kaybolup gitmek istiyorum.

Ankara'da okyanus vardı da ben mi kaybolmadım :)

1 Nisan 2013 Pazartesi

Herkesin Konuşacak Birine İhtiyacı Var


Bir kadrajdan çıkmış kadar suskun değildir aslında hayatımız.. 

Tek başına yaşayamayız mesela.. Her ne kadar zorlukları sevip, ilginç bulsak da işin kolayına kaçarız.. Uzayı merak ederiz, gezegenlerin dizilişini, oralarda süregelen devinimi görmek isteriz. Denizin dibini, renkli balıkları, devasa balinaların çiftleşmelerini kaçırmak istemeyiz, oralarda devam eden yaşam döngüsünden hikayeler çıkarır, hislerimiz doğrultusunda etkileniriz..
Ve bazen de yoruluruz, görmek istemeyiz ülkede olup biteni, kaçırılan çocukları, işkence edilen kadınları, yasaklanan kitapları, içeri atılan masum insanları, etrafını saran ikiyüzlü, dalavereci şerefsizleri..
Tüm bunlar olup biterken evrenin sırrını keşfetmeye çalışmakla yükümlü tutarız kendimizi, kuantum fiziğiyle ilgilenir, yoga yaparız, bilmem kaçıncı dili öğrenmeye çalışırız, çünkü zoru severiz..
Korkarız basit yaşamaktan, kendin olmaktan, sevmekten, içinden geldiği gibi davranmaktan.. Toplumun ve çevrenin dayattığı kuralları koyarız kendimize, neden? Çünkü zoru severiz biz..
Yediğin elmanın yarısını paylaşmak kolaydır, zor olan bir elma yerken portakalı düşünmektir.. İşte biz bunu yaparız, çünkü zoru severiz..
Anlaşılması zor olan filmlerin peşinden gideriz, okunması zor olan kitaplar alırız, üst geçitten geçmek kolaydır, biz otoyola atarız kendimizi, çünkü malum şey işte..
Zor olunca kalifiye oluruz, sınıf atlarız.. Burnumuzun ucunu görmektense sınırların ötesine bakarız. 
Ve aslında çevrende pek çok konuşacak kimse varken, bilgisayarlarımıza gömülüp 'herkesin konuşacak birine ihtiyacı var' yazıları yazarız..
Çünkü zoru severiz!