30 Ekim 2016 Pazar

Bir çift sözüm var

tumblr foggy ile ilgili görsel sonucu


Bazen bazı blogları okumaya yelteniyorum ya da twitterda timeline ı, facebookda sayfaları.. Özellikle genç kesim işin mizahını yapmayı seviyor, bir başka kesim ise sürekli aşktan dem vuruyor. Nasıl yaşadığından veya hissettiğinden değil, nasıl ayrıldığından! Sanki yazmak paylaşmak için aşık oluyor ve tüm enerjisini ayrılık sonrası acı çekmeye ayırıyor. Her şeyin rengi değişti. Artık 140 karaktere sığdırmaya çalışıyoruz, hayatlarımızı, hikayelerimizi, kurgularımızı, kendimizi!
Ve biri, hepinizin diye başlayıp a ve k ile devam eden bir küfür yazıyor oraya, yüzlerce beğeni alıyor, işte o an anlamını yitiriyor her şey. 
Ne kadar çok canı sıkılan insan var, canı sıkılanlar sıkıcı insanlardır diyordu izlediğim bir film repliğinde. Bana da öyle geliyor, ne bir değeri ne bir hissiyatı var, hayatın karşısına çıkardığı ne varsa pek bir sıkıcı geliyor, bilmiyor ki asıl sıkıcı olan kendisi, kabul etmek istemiyor. Kendi etrafında dönüp duruyor, kendisiyle bile geçinemiyor. Bir şey yok ki onun için yapılan, sabahları uyandığında yalnız, parmaklarını dertlerine geçirmiş, bir uçurtmanın peşinden gidememiş, herhangi bir şeyi yapmaya cesaret edememiş, yazmaya tereddüt etmiş, öyle işte..öyle..

Kimse tanıyamıyor kimseyi. Kendini bile tanıdığından emin değilsin ki! Hayatın sana sunduklarını seçme şansın oldu, okulunu, doktorunu, bulaşık makineni, kalemini, kıyafetini.. Arkadaşlarını seçtin, zordu bazı seçimler yapmak ama en kötüsüydü seçim yapamamak.
Aynı olayın doğru yolunu bulmak için sürekli geçmişe döndün, doğru yolu yoktu bunun, paniğe kapıldın. Yerinde saydın, sıkıldın. İleriyi göremedin.  Hayatın monotonluğunda başka hayatları merak ettin, sınırları aştın. Bir şarkının sözlerinde kaldın, defalarca dinledin, dünyanın en güzel şarkısını bulduğunu düşündün. Sonra ondan da sıkıldın!
Sanırım bu da bir insanlık hali ama insanlığın  kötü hali ve sanırım iyi hal diye bir şey kalmadı. 
Geçmişler olsun.



5 Ekim 2016 Çarşamba

Ekim falan da gider bu gidişle /Turgut Uyar

Yazmak kimimize iyi gelecek ama kimseyi kurtarmayacak ne yazık ki! Bir şeylerin anlamının olduğu zamanlara dönmek istiyor herkes. Böyle bir yer olduğunun umudunu yitirdik çünkü. Giden gitti zaten, kalanlar kabullendi. 
Her şeyi!

Bir kez yenilmiyor ki insan. Her darbe iz bırakıyor, yalpalanarak devam ediyorsun. Yorgunum sanıyorsun halbuki mutsuzsun. İnsan kolay kolay yorulmuyor zira.

Şimdi uyusak mesela, uyansak ve ilkbahar gelse, ayı derler. Kış uykusu onların ihtiyacı. Biz soğukta da yaşamalıyız ki sıcağın tadını çıkarabilelim. Bu tarz ikilemler yön veriyor hayatımıza. Herkesin içindeki önlenemez gitme isteği ile vazgeçmeme inadı bir kavga içinde. Birbirlerinin ağzını burnunu kırıyorlar. Yıkılıyor içindeki binalar, patlıyor bombalar, sarsıyor seni, ölüm gibi bir şey oluyor ama ölmüyorsun işte.

Çay var çünkü, sıcak geliyor masana, istersen şeker atabiliyorsun içine ya da yanında bir parça bisküviyi kemirebiliyorsun. Güneş var çünkü, o da sıcak, ısıtıyor iliğini, kemiğini, yazın şikayet ediyorsun, serin yerlere kaçıyorsun ama asla yok olsun istemiyorsun. Arkadaş var çünkü, iki lafın belini kırıyorsun. Anne var, evlat var, sıcacık. Bir kedin var belki de, kucağında yatırdığın. Hayat var çünkü ve sen hayatın içindesin, her ne kadar çığlıklar atarak gelsen de, sen bunu yaşamak zorundasın.
Yani, eylül de gider, ekim de gider, gitmezse hapı yuttun demektir. Seneye yine gelir merak etme, gidenin arkasından üzülmemeyi kafana vura vura öğretir bu hayat sana.


Hadi sağlıcakla kal sevgili okur. Yazının bu bölümüne kadar okumayı bırakmadıysan çok da sağlıklı olmamalısın çünkü ;) 

Fotoğraf: Emine Ebru