28 Nisan 2015 Salı

Başlarım tertibine, düzenine





Şimdi, pek çoğumuz hayatına baktığında ne kadar düzenli olduğunu görür. Sabah işe gidilmek üzere kalkılır -okulsa okuldur bu.- Yüz yıkanır, giyinilir, kahvaltı yapılır, bu arada hep saattedir gözün. 

Gittiğin yerdeki görevlerini yerine getirirsin, akşam olduğunda çıkarsın aynı yolları teperek eve gelirsin, yemek yersin, ailenle vakit geçirirsin, yatarsın vs. 
Bu bir disiplin gerektirir. Bu kadar düzen ve disiplin ise rutine bağlamana sebep olur. Rutin olmak ise bir müddet sonra mutsuzluğu yanında taşır. Bu sefer de mutlu olmanın yolları aranırken mutsuz olunur. Zincirleme hadise gibi..

Çalışan bir kadını örnek verelim, bu bir doktor olsun, aman yanlış anlaşılmasın kariyeri doktorluk olan bir annedir bu.(Sağlık Bakanı'nın sözlerine ithafen siyasi mesajımı da buraya yazayım da tam olsun dedim) 

Sabah çocuklarıyla birlikte kalkar, onlar hazırlanana kadar kahvaltılarını hazırlar, servisle okula gönderir ve hızla kendisi hazırlanır. Kahvaltıda ekmek yememeye gayret eder. Çayına şeker atmaz, kıyafetlerini birbirine uyumlu seçer, mevsimine göre geçirdiği ayakkabılarıyla hastanenin yolunu tutar. O gün klinik görevi dışında bir de ameliyata girecektir. Öğle yemeğini salata ile geçiştirir. Kendi kendini -yüzmeye giderse eğer- kilo vereceğine inandırır, sabahları ise yediden önce kalkıp akşamdan kalan ev işlerini tamamlamaya hazırlar. Eve gelirken markete uğrar, yemek için malzeme alır, evine girince soluk almadan mutfağa girer, yemek yapar, ailenin diğer fertleriyle birlikte yemek yerler, çocuklarıyla biraz vakit geçirir ve uyurlar.

Her şey ne kadar da tıkırında.. Bu kadının işi var, evi var, arabası var, parası var, kocası ve çocukları var, hepsi sağlıklı, huzurlu, planlı programlı bir hayatı varken mutsuz olmak ne haddine!

Hatta bu ne lükstür kardeşim, yiyecek ekmek bulamayanlar var..

Ama kadın mutsuzdur, gündelik anlık değişimler hayatının gidişatını etkilememektedir. Bir düzen içinde geçen günler sıkılmasına sebep olur. Madalyonun diğer tarafı da vardır. Yapacağı değişiklikler birçok şeyi kaybetmesine yol açabilir. Bunları yitirmeye kimsenin göz(t)ü yemez.

Mutsuz ve düzenli hayatına devam edecektir, birçoğumuz gibi..

Hayatı kontrol edip, kendi üzerimizde disiplin sağlamanın ağırlığı vardır. Bu baskının sonuçlarına katlanmak zorunda olduğumuzu kabul etmenin ağırlığı ise paha biçilemezdir.

Tınmasak nasıl olur?
Valla yaa.. Bırakalım da çocuk odayı dağıtsın, tabağındaki yemeği bitirmesin,  kedi kuma işemesin, kocanız odayı boyasın, karınız da saçlarını, çorbanızın tuzu birazcık fazla oluversin- sen öyle seviyorsun çünkü- herkes kendi işini kendisi yapsın, sen insansın makine değil, kurmak zorunda değilsin hayatını, olan olur, ölen ölür..
Üstelik bu bir hayat savaşıysa eğer, merak etmeyin savaşın kaybedeni ve kazananı olmaz. Bırakmanın tadını çıkarın, gerçek zaferle tanışın.

Araba kullanırken direksiyonu bırakıp gaza basmak gibi bir şey bu.. 
(tv programlarında adamın biri bacağını kıçına kaldırırken ya da ağzındaki benzini elindeki ateşe fırlatırken altta yazan ‘sakın denemeyin’ yazısı vardır ya, hah işte o yazıyı yazdığımı farz edin buraya)

Yani dünya sizin planlı hayatınızla daha iyi bir yer haline gelmeyecek dostlar.
Bu durumda oluruna bırakacağız. Olmazsa tekrar bırakırız..

Hani bir hoca öğrencisine ‘burada bir taş var, bu aklının içinde midir yoksa dışında mı’ diye sormuş ya.. Öğrenci de hocanın felsefi açıdan zengin bir cevap beklediğini düşünerek:
-Her şey aklımızın yarattığı bir nesnelliktir, demiş. Hoca da:
-Eğer bu kadar bir taşı kafanda taşıyorsan kafanın baya ağır olması lazım, diyerek öğrenciye dersini vermiş;  işte o hesap..

 Dünyanın yükü dünyada kalsın. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder