Şimdi, pek çoğumuz
hayatına baktığında ne kadar düzenli olduğunu görür. Sabah işe gidilmek üzere
kalkılır -okulsa okuldur bu.- Yüz yıkanır, giyinilir, kahvaltı yapılır, bu
arada hep saattedir gözün.
Gittiğin yerdeki görevlerini yerine getirirsin,
akşam olduğunda çıkarsın aynı yolları teperek eve gelirsin, yemek yersin,
ailenle vakit geçirirsin, yatarsın vs.
Bu bir disiplin gerektirir. Bu kadar
düzen ve disiplin ise rutine bağlamana sebep olur. Rutin olmak ise bir müddet
sonra mutsuzluğu yanında taşır. Bu sefer de mutlu olmanın yolları aranırken
mutsuz olunur. Zincirleme hadise gibi..
Çalışan bir kadını
örnek verelim, bu bir doktor olsun, aman yanlış anlaşılmasın kariyeri doktorluk
olan bir annedir bu.(Sağlık Bakanı'nın sözlerine ithafen siyasi mesajımı da buraya yazayım da tam olsun dedim)
Sabah çocuklarıyla
birlikte kalkar, onlar hazırlanana kadar kahvaltılarını hazırlar, servisle
okula gönderir ve hızla kendisi hazırlanır. Kahvaltıda ekmek yememeye gayret
eder. Çayına şeker atmaz, kıyafetlerini birbirine uyumlu seçer, mevsimine göre
geçirdiği ayakkabılarıyla hastanenin yolunu tutar. O gün klinik görevi dışında
bir de ameliyata girecektir. Öğle yemeğini salata ile geçiştirir. Kendi kendini
-yüzmeye giderse eğer- kilo vereceğine inandırır, sabahları ise yediden önce
kalkıp akşamdan kalan ev işlerini tamamlamaya hazırlar. Eve gelirken markete
uğrar, yemek için malzeme alır, evine girince soluk almadan mutfağa girer,
yemek yapar, ailenin diğer fertleriyle birlikte yemek yerler, çocuklarıyla
biraz vakit geçirir ve uyurlar.
Her şey ne kadar da
tıkırında.. Bu kadının işi var, evi var, arabası var, parası var, kocası ve
çocukları var, hepsi sağlıklı, huzurlu, planlı programlı bir hayatı varken
mutsuz olmak ne haddine!
Hatta bu ne lükstür
kardeşim, yiyecek ekmek bulamayanlar var..
Ama kadın
mutsuzdur, gündelik anlık değişimler hayatının gidişatını etkilememektedir. Bir
düzen içinde geçen günler sıkılmasına sebep olur. Madalyonun diğer tarafı da
vardır. Yapacağı değişiklikler birçok şeyi kaybetmesine yol açabilir. Bunları
yitirmeye kimsenin göz(t)ü yemez.
Mutsuz ve düzenli
hayatına devam edecektir, birçoğumuz gibi..
Hayatı kontrol
edip, kendi üzerimizde disiplin sağlamanın ağırlığı vardır. Bu baskının
sonuçlarına katlanmak zorunda olduğumuzu kabul etmenin ağırlığı ise paha
biçilemezdir.
Tınmasak nasıl
olur?
Valla yaa..
Bırakalım da çocuk odayı dağıtsın, tabağındaki yemeği bitirmesin, kedi kuma işemesin, kocanız odayı boyasın,
karınız da saçlarını, çorbanızın tuzu birazcık fazla oluversin- sen öyle
seviyorsun çünkü- herkes kendi işini kendisi yapsın, sen insansın makine değil,
kurmak zorunda değilsin hayatını, olan olur, ölen ölür..
Üstelik bu bir
hayat savaşıysa eğer, merak etmeyin savaşın kaybedeni ve kazananı olmaz.
Bırakmanın tadını çıkarın, gerçek zaferle tanışın.
Araba kullanırken
direksiyonu bırakıp gaza basmak gibi bir şey bu..
(tv programlarında adamın
biri bacağını kıçına kaldırırken ya da ağzındaki benzini elindeki ateşe
fırlatırken altta yazan ‘sakın denemeyin’ yazısı vardır ya, hah işte o yazıyı
yazdığımı farz edin buraya)
Yani dünya sizin
planlı hayatınızla daha iyi bir yer haline gelmeyecek dostlar.
Bu durumda oluruna
bırakacağız. Olmazsa tekrar bırakırız..
Hani bir hoca
öğrencisine ‘burada bir taş var, bu aklının içinde midir yoksa dışında mı’ diye
sormuş ya.. Öğrenci de hocanın felsefi açıdan zengin bir cevap beklediğini
düşünerek:
-Her şey aklımızın yarattığı bir
nesnelliktir, demiş. Hoca da:
-Eğer bu kadar bir
taşı kafanda taşıyorsan kafanın baya ağır olması lazım, diyerek öğrenciye
dersini vermiş; işte o hesap..
Dünyanın
yükü dünyada kalsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder