27 Eylül 2012 Perşembe

Kadınlar neyden anlamaz ki!





Kadınlar futboldan anlar veya anlamaz, bu kadınına göre değişir.
Tıpkı erkeğin makyajdan anlayıp anlamadığı gibi.. İşinin ehli makyözlerin erkek olduğunu da unutmamak gerekir tabi..
Eğer onlara bırakırsak neyden anlayıp anlamadığımızı uzun bir liste karşılar bizi.

Araba kullanmak
Tavla oynamak
Bilek güreşi yapmak
Askerlik
Pilotluk
Uzun eşek, misket oynamak
Topaç çevirmek
Bin dereden su getirmek
Yalan söylemek
Çapkınlık yapmak gibi..

Konumuz olan futbol ise erkekle özdeşleşmiş bir oyun, küçük yaşlardan beri erkekleri yönlendirdikleri, kızları geri çektikleri bir spor. Bu durumda ne kadar anlayabiliriz diye sormak gerek. Ama dünyada böyle olmadığı kesin, futbolun her alanına giren kadınlar var, seyircisiyle, oyuncusuyla..
Artık bazı olaylarda cinsiyet ayrımı yapılıp kimin neyi yapıp yapamadığına karar veren insanlara karşı ses çıkarmanın zamanı gelmedi mi sizce?
Bu, bugün futbol olur, öbür gün bir başka konu..

24 Eylül 2012 Pazartesi

Memleket Meselesi




Her geçen gün değerini kaybederek yitirdiğimiz değerlerimiz var ya hani haysiyet, doğruluk, dürüstlük, onur gibi, işte tam da oradan söze başlamak istiyordum ki konuya bir filme dayanarak dem vurmak istedim.

Filmin adı: Memleket Meselesi;

Yönetmenliğini İsa Yıldız’ın yaptığı ve başrollerinde Ahmet Uğurlu -ki bence müthiş bir oyunculuğa sahiptir kendisi- Füsun Demirel, Tuna Orhan gibi değerli sanatçılarımızın bulunduğu film tam da ‘işte budur benim memleketim, işte budur yurdumun insanı’ dedirtecek cinsten trajikomik bir öyküyle karşımıza çıktı.

Nasıl mı?

Emekliliği gelmiş bir ilkokul öğretmeni olan Adil Hoca, uğradığı bir haksızlıktan dolayı gururu incinerek hukuk mücadelesi başlatır. Adaletin yerini bulması için inatçılığı ve kararlılığından vazgeçmeyerek hak arama mücadelesini en üst mercilere kadar ulaştırıp ‘memleket meselesi’ haline getirir.
İşte böyle..


Neler mi oluyor?
Aslında hepimizin bildiği şeyler.. sonunda düşündürücü izler bırakan ama kocaman bir hiçliğin bizi alıp götürdüğüne ve sanki bir şey yapmanın anlamsız olacağına, yapan insanların da başına neler geldiğine dair göndermeler barındıran şeyler..



Memleket demek ne demek?
Memleket demek, sen demek, ben demek, biz demek.. der Ahmet Şafak.
Kıssadan hisse, birlik olmak..
Ama kimin umurunda?
Omuz omuza vermediğimiz şu günlerde, ne kaldı geriye bize dair, birliğimize, bütünlüğümüze dair..
Birazcık haysiyet kaldıysa derim ben, gelin birlik olalım.. 

21 Eylül 2012 Cuma

Herkes boş, her şey anlamsız; bir sen var bende kalan





Gittin!
Yaşıyor muyum?  –Hayır!
Ne kaldı geriye?
Huzurun mesela.. Gözlerimi kapayıp da omzuna yaslandığım o sıcak eylül akşamında ağaç dalları altında kalandı. Her gittiğimde andığım ve oradan ayrılmak istemediğim.
Gururun.. Kaybolup gittiğini kendine bile itiraf edemediğindi.
Müziğin.. Hangi birini söylesem ki, tatlı nağmelerle ruhumuzun derinliklerinden fırtınalı anların ritmine uzanan geniş bir yelpazeydi.
Tutkun.. Herkese, her şeye rağmen vazgeçmeden yanımda oluşundu.
Kalbin.. Pamuktan hassas, demirden güçlü, dört odalı lebideryamdı.
Ellerin.. Sabun kokulu, yumuşak, sıcak, tutup bırakmayandı.
Gözlerin.. Ahh ahh!
İyiliğin.. Melekler duysa kıskanırdı.
Karanlığın.. Hep vardı, öyle sevilmişti.
Sevgin.. Görmediğim, duymadığım, yaşamadığım, hissetmediğim, inanamadığımdı.
Hayatın.. Bir yangının orta yerinde tek başınayken umut doluydu.
Hikayen.. Yazlık bir sinemada film seyreder gibiydi.
Aşkın.. sisli, puslu bir gecede kafa kıyakken bırakıvermekti kendini, bir bahar esintisini getiriyordu beraberinde, gecenin karanlığına inat gökyüzü gibiydi, ışık doluydu, kuvvetliydi.
Ve Yokluğun.. Alışamadığımdı.

Erkektir ne yapsa yeridir, değil tabi!




Ne anlamlar yükleriz biz kadınlar en ufak ayrıntılara bile. Bunu göremeyen karşı cinse de bozulmadan edemeyiz.
Artık bunları çoktan aşmış olmamız gerekir. Çünkü biliyoruz ki pek çoğu yaşı, mesleği, eğitimi, ırkı, dili, dini ne olursa olsun aynı özellikleri taşırlar.
Bunları hatırlatmakta bir sakınca olmadığını düşünüyorum karşı cinse inat..
Ee buyurun:
Evlenene kadar prens, evlendikten sonra acımasız cellat olurlar.
Aldatmak her daim planları arasındadır, zira onlar için bir kültür değil doğadır.
Güçlü kadınlardan çekinirler, zeki kadınlarla yaşamak istemezler, seksi kadınlarla birlikte olmaktan heyecan duyarlar, annelerine benzeyen kadınlarla evlenirler.
Sevdiklerini nadiren söylerler, sevişmek istediklerini daima..
Hediye almaktan nefret ederler, özel günleri gereksiz bulup çoğu zaman da unuturlar.
Başarılı, paralı ve özgür olmak isterler.
Arabayı en iyi onlar kullanır.
Ağlayan kadınları itici bulurlar. Kadın dediğin hep gülümsemeli!
Totalde bir sene askerlik yapmalarına karşın bir ömür boyu askerlik anılarını anlatırlar.
Beni seviyor musun, güzel buluyor musun, gibi sorulardan nefret ederler ( bence bunda haklılar, kadın sevildiğini ve güzel olduğunu bilmeli)
Futbolla yatar, siyasetle kalkarlar.
Tuvalette düşünürler.
Kavgada efe kesilirler.

Bu durumda sen neymişsin be abi demekten alıkoyamıyorum kendimiJ

20 Eylül 2012 Perşembe

Tatil tatil deyip geçme!



Yazın sonları..
Aslında çoktan sonbaharı karşıladık ama süregelen sıcak havalardan dolayı hala yazın keyfini sürüyoruz. Bundan sonrası dökülen yapraklar, yağan yağmurlar, akşamları ve sabahları havanın buz kesmesi, turşu mevsimi, kışa hazırlık..
Dolaplar, çekmeceler ayarlandı, yağmurluklar, şemsiyeler çıkarıldı.
Evlerde oturulup bitki çayları içme mevsimi geldi artık.

Ama benim gibi yazdan çıkmaya pek alışamayan insanlar varsa eğer onlar için birkaç tavsiyem olacak.

Hazır güneşli günler hala kendini gösteriyorken hafta sonu kaçamakları yapmanın tam sırası.
Böylelikle kavurucu sıcaktan bunalmadan zamanınızı güneşlenerek ve uyuyarak geçirirsiniz.

Yaz boyunca ailenizle çoluk çocuğunuzla beraber oldunuz zaten.
Şimdi herkes işinde gücünde okulunda.. Ee hadi o zaman kız kıza tatile çıkmaya. Hem ne olur ki birkaç günlüğüne her şeyi bıraksanız..
Kıskançlık kavgaları olmadan, her şey sizin..
Eşiniz ya da sevgilinizin etrafa attığı çapkın bakışlardan uzak, kafam rahat misali gel keyfim gel durumları..
Bikinileri rafa kaldırmadan önce son bir kez üzerinde görme hazzı..
Akşamüstü serinliğinde kahve keyfi..
Kitabını alıp rahatça okuyabilme zamanları..
Ve tüm bunları daha ucuza yapabilme rahatlığı..
Haydi tatile! 

11 Eylül 2012 Salı

Hoop dur bakalım, sen 40 yaşındasın!



Yapılan araştırmalar gösteriyor ki 40 yaş kadınının bir ağırlığı var. Ee öyle de olmalı zaten, yaşayan bilir..
Artık stil sahibisindir, kendine duyduğun güven üst noktalara ulaşmıştır, çevrendekileri iyi tanırsın, duygusal dönemleri atlatmış daha mantıklı olduğun zamana adım atmışsındır. Saçların biraz daha geç uzuyordur, teninin o parlak hali kalmamıştır, yüzdeki kırışıklıkları ve tembel bağırsak sendromunu hiç söylemiyorum bile.. 
Aslında kendi kendine yinelediğin artık 40 yaşındayım söylemlerine rağmen bir başkası sana bunu söylediğinde bozulursun.
Birkaç sene içinde yakın gözlüğü takacaksındır.
Tv dizilerine merakın artmıştır, bulmaca çözmeye başlarsın..
Bu yaşın bir ağırlığı var dedik ya;
Tüm gün tırnak törpüleyerek tembellik yapamazsın mesela..
Bir İtalyan erkeğinin diri vücuduyla ve kaslarıyla ilgilenmezsin
Önceden plan yaparsın, gidilecek yerler, alınacak şeyler listelenir
Yataktan kalktığın gibi pijamalarla ve dağınık saçlarla dolaşmazsın
Serdar Ortaç şarkılarıyla hoplayıp coşmazsın
Dondurma ve pizza yemeden önce birkaç kere düşünürsün
Saçına rengarenk bandanalar, tokalar, şapkalar takmazsın
Fırtınada yastığına sarılarak titreye titreye uyumazsın
Korku filmleri saçma, aşk filmleri gereksiz gelir
Bir erkeğin peşinden koşup onu elde etme stratejilerini çoktan bırakmışsındır
Harbi içer, iyi sevişirsin
Annenin sözünü de dinlersin..

10 Eylül 2012 Pazartesi

CARMEN HAREMDE




Hepimiz biliriz bir sigara fabrikasında işçi olarak çalışan çok güzel ve ateşli haliyle baş döndüren Çingene kız Carmen’in bol ihtiraslı entrika dolu aşk hikayesini. Kıskanç aşığı tarafından öldürülmüştür hikayenin sonunda.
Genç, sempatik, süsüne püsüne düşkün, çiçeklerle bezeli elbiseleriyle kahkahalar atan, her duruma ayak uydurabilecek kadar da zekidir aslında Endülüs çingenesi..
Bale, opera ve sinemada ölümsüzleşmiş, nesilden nesile aktarılmış bir eserdir ama yaşayan bir efsane gibidir Carmen.
Ve şimdi bizim topraklarımızda..
Raşel Rakella Asal’ın kalemiyle yeniden kurgulanan bu büyük eser bizi haremin gizlerine götürüyor. Bir o kadar kendimizden, bir o kadar içten davranışlarıyla gönlümüze taht kuruyor İspanyol çingenesi. Büyük bir konaktan padişahın haremine kadar uzanan macerasında pek çok entrikayı da beraberinde getiriyor. Ve belki de hayatının en mutlu günlerini orada geçiriyor, padişahın has kadını olarak..
Emrinde hizmetçiler, etrafında cariyeler..
Danslı eğlenceler ve içinde yaşattığı dans sevdasıyla herkesi büyülüyor haremde.  
Ama her güzel şey gibi bu da kısa sürüyor.
Carmen’in tutkusu romana da geçiyor, belli ki yazar onu derinlerde hissediyor. Aynı zamanda müthiş bir araştırmanın ve emeğin sonucu olarak elden bırakılmayacak bir sürükleyicilik ön plana çıkıyor.
Bu kitap tuhaf bir huzur içinde bir çırpıda okunup bitirilebiliyor, sonunda içe akan iki damla gözyaşıyla beraber.
İlk kez Merimee’ den okuduğum Carmen romanında yazarın hem anlatıcı hem olayın içinde kendini bulması yani roman kahramanından biri olmasıyla duygusal boyuttan nesnelliğe kadar ilerleyen bir kurgunun içine çekilmiştim. Entrika, tutku, gurur ve intikam duygularını birebir hissetmiş, sonrasında bir idol olarak almıştım bu karakteri.
Bir Çingeneydi, hırslıydı, özgürdü, dik başlıydı, çok ama çok güzeldi..
Yıllar sonra onu tekrar kitap sayfalarında görmek muhteşemdi.
Teşekkürler Raşel Rakella Asal..
Emeğine, yüreğine sağlık..