3 Nisan 2013 Çarşamba

Hayata ve kendime dair..




Bir yavru kedi misali..



Bazı zamanlar neden yazıyorum diyorum kendi kendime, neyim var ki yazmaya değer..

İşte yine boş beyaz bir sayfa, ben yazdıkça dolacak, içimdeki hezeyanlar kelimelerle süslenip bu sayfaya aktarılacak ve ben rahatlayacağım ya da ben de kaybolacağım bu sayfaların arasında.

Hayatın bundan ibaret olmadığını biliyorum, iki satır yazınca aslında pek de sakinleşmeyeceğimi de biliyorum. Yaşadığım şeyleri küçümsemiyorum ama çok kızıyorum kendime, uçurtmalar bile rüzgarın olanca gücüne karşı çıkarken, hava akımına direnip dimdik gökyüzünde dururken ben onlar kadar olamıyorum.
Sebepleri var elbet, yalnızlık korkusu desem.. hiç değil, zira yalnızlık üzerine romanlar yazabilirim.
Sevgisizlik desem, nankörlük yapmış olurum. Hem kocaman bir sevgiyi tüm insanlığa yetecek ölçüde içimde taşıyorum  hem de bunun karşılığını görüyorum. Ama asıl mesele ne kadar sevdiğinde değil galiba, nasıl sevdiğinde..

Sıra geliyor çelişkilerime, yaşadığımın bundan ibaret olduğunu sanıyorum, hayatın kendisi çelişkidir diyerek de avunuyorum belki de..

Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiye sahibim, bunu içimde yaşıyor fakat dışa vuramıyorum, bir şeyler yapmaya gelince kontrolüm devreye giriyor. Yapma, etme, gitme, vurma, dokunma, sevme..
Halbuki severim ben.. karnımın aç oluşunu severim mesela, haz alırım yemek yemekten karnım aç olunca.. Kendini bırakıveren insanları severim, bir anlam aramadan.. Kitaplarımı severim, sorgu sual etmeden başucumda bulundukları için, çocukları severim karşılıksız.. Uyumayı severim sabah doğacak güneşe uyanmak için.. Fırtınaları severim hayatımdaki, yıkanır o zaman her şey, savrulur gider, sonrasında kolay değildir toparlanmak, sular çekilecek, güneş doğacak, yeni çiçekler açacak..

Düşünüyorum da güçlüydüm küçükken, bisikletten, ağaçtan düşer kafamı gözümü parçalar ağlamazdım, şimdi ağlıyorum durup dururken olmadık şeyler için.. ellerim uyuşuyor, gözlerim kapanıyor, süzülüp akıyor yaşlar..
Sonra bir daha düşünüyorum sövüyorum kendime, çünkü etrafta o kadar çok mutsuzluk var ki.. Rahat batıyor diyorum, evet tam da tabiri bu.. Böyle olmaması gerekir, hayatın beni bu kadar yormaması gerekir, bazı şeylere siktir et gitsin demek gerekir..
Olmuyor işte, anasını sattığım hayatı o kadar ani ve gelip geçici ki, kimseyi beklemiyor, baştan çıkarıyor, kafayı döndürüyor, tansiyonu düşürüyor, kalbi aritmik çarptırıyor, göz kırpıyor, kur yapıyor, takılıyorsun peşine dönüp bakmıyor, sen kendini heba ederken nanik yapıyor, tokadını bir sağa bir sola çakıyor, havlu atasın geliyor, nakavt olmak üzereyken 10 a kadar sayıyor, bir şans daha tanıyor, ısrar ediyor, bazen üşütüyor bazen yakıyor lanet olası..
Bunlar da güzel şeyler ama yorucu..
Yarım bırakamayacağımıza göre yaşamaya devam ve aslında en acısı da hayat karar veriyor sonumuza..

Her seferinde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak dediğimizde ise her şey eskisi gibi oluyor, tekrarlardan ibaret olan yaşamımız bizi sarıp sarmalıyor.

İşte böyle.. Şimdi bu gözyaşıyla ıslanmış sözcükleri rafa kaldırarak bir okyanus dalgasında kaybolup gitmek istiyorum.

Ankara'da okyanus vardı da ben mi kaybolmadım :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder