7 Nisan 2014 Pazartesi

The Everlasting

(Fotoğraf: Fatih Uysal)

Günümüzde insanoğlu kendiyle ve onu oluşturan doğa ile bir sınav içinde. Ölüm-kalım savaşı gibi ama yenilgiyle bitecek olması gerçekliği insanı hırslı kılıyor. İnsan doğayı, zamanı, dostlukları, arkadaşlıkları, sevdaları acımasızca yok ederken, insanın içinde var olan siyahın baskın gücünü gördükçe hayrete düşmemek elde değil. Siyahın bu gücü karşısında, dağılmış çemberin kenarlarına sıkışmış beyazın cılız ışığı her şeye rağmen umut taşıyor.

Kendi içimizden başkalarının gözüyle bakmak deyimi vardır.Bunun yöntemi içimizdeki karanlıkları temizlemekten geçer belki de, yoksa tüm dünya karanlık görünmez mi gözümüze?
Kör karanlıklara mahkum, ufacık ışıklara hasret yaşamaktansa dünyamızı renklendirmek gerekmez mi? 
Belki de tünelin sonunda ışık göreceğimiz umuduyla çıkmışızdır yola, bir aydınlık, bir ışık hüzmesinin çekiciliği buradan geliyordur belki.. 

Boşa kürek çekmediğimizi düşünmek gerek, boşa bile olsa kürek çekmek lazım.. 
(Fotoğraf bunu ne de güzel özetliyor.) 
Ya da buna mecburuz, uzak gibi görünse de, umut kaynağı orada çünkü..
Karşıtlıklar olmasaydı, -düşünsenize gece ile gündüzün olmadığını- nasıl olurdu dünya?
Aydınlığa uyanmak için uyuduğumuzu bilmek de güzel.
Zira kendisi ile çelişen çiftlerin bütünüdür evren! 

Bırakın sonunda içinizdeki renkler açığa çıksın. Rengarenk bir evrensel yaşamın çabasında olalım. Tam yol ileri, ileride aydınlık bir gelecek var çünkü.. Olmasa da ona giden yolda yaşanacaklar var..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder