Öyle güzel hikayeler okudum ki hiçbiri bana ait olmadı. Yaşamayı değil de hissetmeyi, hikayeye ait olmadan içindeymiş gibi var olmayı gösterdi. Sonra ne olduysa herkesin hikayesi sıradanlaşmaya başladı. Aynı tasvirler, aynı dokunuşlar, aynı duygular, aynı sonlar yazıldı. Rutin hayatların ezbere sözcüklerle bezenip süslenmesi kimsenin ilgisini çekmedi. Herkes üşengeçti, tembeldi, hazıra alışmıştı, acı çekmiyordu. Engellere takılınca yürümekten vazgeçiyordu. Bir çukurda debelenmeden o çukurda debeleniyormuş gibi göstermeyi seviyordu. Bu aldatmaca önce kendini hasta ediyor sonra tüm insanoğluna bulaşıyordu.
Böyle bir salgının ortasına doğuyordu bebekler. Kısa bir
süre koruyabiliyordu ebeveynler, sonra bu sahte dünyanın kucağında buluyorlardı
kendilerini. Söz geçiremediğimiz bu döngünün içinde herkes gibi kaybolmaya
mahkum oluyorlardı. Ne acı! Ama kendini bu ortamdan soyutlayıp da dışarıdan
bakarsan öyle, bunu herkes yapıyor aslında. Tek başına kaldığında, biraz
düşünüp anladığında, fark ederek baktığında kolay görülebiliyor. Fakat kimse
görmek istemiyor. Üzerine sis çökmüş bir şehir gibi karanlık olmanın
rehavetiyle uyuyor insanlar. Tüm bunların bir sebebi olmalı. Eğer bunun üzerine
gitmezsek bugünkü dünyanın gerçek olmayan akımında hepimiz sürükleneceğiz.
Ben nerede yaşıyorum, nelerle uğraşıyorum psikozlarından
ziyade bu dünyaya neden geldim, neden ben diye sormak daha akıllıca sanırım. Belki
o zaman herkesin okunası bir hikayesi olur.
📷:@ladiemacbeth
📷:@ladiemacbeth
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder