“Hadi evlat,
balıkları uykularından uyandırmaya denize gidiyoruz.”
“Tamam Mustafa
Abi, hava düzeldi galiba, ama gün ışımamış daha.”
“Eee dedim ya;
gün değil, biz uyandıracağız balıkları..”
Oldukça erkendi,
hava sakinlemişti, evden çıkıp da sahile doğru ilerlediğimizde tüm balıkçı tayfasının
orada olduğunu gördük. İki tekne vardı ve benimle birlikte altı kişiydik.
Kısaca geçilen tanışma merasiminden sonra teknelere dağıldık. Ben Mustafa
Abi’nin yanındaydım. Bizim bulunduğumuz
tekneye 23-24 yaşlarında, kısa boylu, sarışın ve sürekli üşüyorum diye
mızmızlanan bir genç de bindi.
“Balık var
mıdır, dayı..” diye sordu Mustafa Abi’ye.
“Tutabilene vardır..” dedi kaygısızca.
Tekne ilerlerken
etrafa şöyle bir göz atıp buranın nasıl bir yer olduğu konusunda bilgiler
vermeye çalıştı Mustafa Abi.
Bu arada ismi
Ahmet olan genç balıkçıyla da konuşuyordu.
“ İlerdeki
akıntıya yaklaşma sakın, buradan atıcaz ağları, rüzgarın etkisiyle çoğu
diptedir, biraz daha salıcaz ağları. Önceki gün yağan yağmurdan denizin
üzerinde oluşan börtü böcek de kalmamıştır artık, bugün işimiz zor olacak ama
balığı da bulucaz. Önce dibi tarayalım. Al oltayı, bak bakalım var mı balık, biliyorsun
artık, oltadaki yemi dibe doğru atıyorsun ve balıkların arasından geçirerek
balık yoğunluğuna bakıyorsun, etrafta balık varsa onları da davet etmiş
oluyorsun. Hadi Ahmet, işe koyulalım.”
Ne çok
konuşuyordu Mustafa Abi, ama dinletmesini de biliyordu. Emrivaki yaparken bile
rica eder gibi hali vardı. 65 yaşında olduğunu söylemişti, hiç göstermiyordu.
23 yaşında sürekli üşüyen şu gence taş çıkarırdı.
Balıklar ağa
takılmaya başlamıştı bile. Diğer tekne de yaklaşmıştı.
“Hadi bakalım Mustafa Abi, oldukça balık
tutacak gibisiniz.” Dedim.
“ Kısmet evlat,
kısmet.. Balık tutmak da kısmet işi..”
Mis gibiydi
hava, rüzgarla süpürülmüş yağmurla yıkanmış gibi. Soğuktu elbet, özellikle
suyla temas edince iyice üşüyordu insan. Teknenin içinde ayakları sallanan küçük
bir masa, mutfak denilebilecek bir tezgah ve ahşap sedir gibi üzerinde birkaç
şiltenin olduğu oturak vardı. Karadeniz’in hırçın dalgalarıyla hırpalanan ama
asla yılmayan ufacık tefecik içi dolu turşucuk tarzı tekneydi. Düşündüm de
insan burada yıllarını bile geçirebilirdi uzak denizlere doğru yol alırken.
Mustafa Abi,
teknenin içine girdi. Bir büyük rakıyı çıkardı poşetin içinden, bir kabın
içinden de peynir çıkardı. Dilimledi. İki kadehten birini bana uzattı, içine
rakı koydu, üzerine su ekledi.
“Hadi evlat bir taraftan da demlenmeye
başlayalım.”
“ Balıklar
olmadan mı Abi?”
“Onlar rakının
kokusuna gelecektir, sen merak etme evlat..”
Keyif adamıydı.
Hoş sohbetti. Bazı mutluluklar hiç ölmez diyerek anlatmaya başladı yine. Çalış,
koştur, didin, emek harca, nereye kadar. İnsan mutlu değilse çok parası olmuş
neye yarar diye konuşup duruyordu. Bu tarz adamları oturup dinleyecektin. Zira
anlattığı hikaye o kadar hoşuma gitmişti ki.
-Dinle evlat;
Amerikalı bir zengin, iş seyahati sırasında
Meksika’nın küçük bir kıyı kasabasına uğramış. Limanda gezerken bakmış, içinde
balık dolu bir tekne ve keyifli bir balıkçı. Merhaba balıkçı, demiş. Bu
balıkları kaç zamanda tuttun?
Bir iki saatimi aldı demiş balıkçı.
İştahlanmış bizim iş adamı. Eee niye
biraz daha kalıp daha fazla tutmadın, diye sormuş.
Bu kadarı bize yetiyor diye cevap vermiş
balıkçı, omuz silkerek.
Şaşmış balıkçının kanaatkarlığına. Kalan
zamanını nasıl geçiriyorsun peki diye üstelemiş.
Sabahları açılır biraz balık tutarım, sonra
çocuklarımla oynarım, öğleyin karımla siesta yaparım, akşamları amigolarla
beraber şarap içer, geç vakte kadar gitar çalar, eğleniriz, oldukça meşgulüm
yani senyor, demiş balıkçı.
Ben sana yardımcı olabilirim demiş
Amerikalı. Büyük bir tekne bulmalısın, bu işe daha fazla zaman ayırıp daha çok
balık tutmalısın. Oradan elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alabilirsin.
Kısa sürede tuttuğun balıkları işletme tesislerine satarsın. Hatta zamanla
kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Kısa zamanda balıkçılık sektöründe bir
numara olursun.
Balıkçı
merakla, bunları yapmak kaç sene alır senyor, demiş.
15-20
senede halledersin demiş Amerikalı. Sonrasında şirketini halka açarsın,
hisselerini iyi paraya satarsın ve kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın.
Eeee
sonra?
Sonra
emekli olursun, küçük bir balıkçı kasabasına yerleşir, istersen zevk için balık
tutarsın. Torunlarınla oynar, karınla siesta yaparsın. Akşamları da şarap içer,
gitar çalarsın gece yarılarına kadar. Nasıl? Mükemmel değil mi?
Balıkçı
cevap vermiş, ben zaten şu anda bunları yapıyorum, bu kadar telaşa ne gerek
var!!!
Bizi bekleyen final, şu anda bile yanımızda durup da göremediğimiz mutluluk ve huzur ise gerçekten bu kadar telaşa ne gerek vardı?
(Hangimiz Kendimiz adlı yıllardır elimde sürüklenen ve bitmeyen romanımdan bir bölüm)