
Soğuktu kulübe, az önce yaktığım soba daha yeni ısıtmaya başlıyordu. Yatağa uzanıp biraz dinlenecektim ki, dışarıdan gürültülü bir ses
duydum. Hemen çıkıp baktığımda, ıslanmasın diye kulübenin yağmurluklarının
altına dizdiğim odunların bir kaçının devrildiğini gördüm. Bir fare, sincap ya
da ayı bile olabilirdi. Ama bu bölgede ayıların yazın dağlarda yiyecek
bulamazlarsa eğer buralara kadar nadir olarak indiğini biliyordum.Yani şu mevsimde uykuda olmalıydılar. Yıkılan
odunları yerine koyuyordum ki çaresiz iki çift göz öylece bakıyordu sıkıştığı
tahtaların arasından.
Küçücüktü,
minnacık, ıslanıp üşümüştü, tüyleri üzerine yapışmış, sıçan gibi görünüyordu.
Miyavlamaya çalışır gibi ses çıkardı. Önce üzerindeki odunları aldım itinayla,
bir yerine bir şey olacak diye ödüm kopuyordu. Biraz rahatlatınca kaçmaya
çalıştı ama tuttum onu, göğsüme doğru yaklaştırıp sardım. Kulübeye götürüp
yarası var mı diye baktım.
Birkaç haftalıktı sanki, annesi nerelerdeydi acaba? Belli ki açtı, çelimsiz görünüyordu.
Bu arada radyoda
çalan müziğe kulak verdim. Sezen Abla söylüyordu:
‘Bir kedim bile
yok, anlıyor musun; hadi gülümse’
Gülümseyerek
havluyla sardım kediyi. Bir kedim vardı artık.
Sıcak yaz
günlerinden biriydi ilk aklıma gelen şey, hiç unutmuyorum 16 Ağustos’tu. İstanbul’dan arabamla yola
çıkmış körfezi dolanarak Bursa’ya gidiyordum, aslında sabah çıkacaktım yola, uyku tutmayınca gecenin bir vakti yola koyuldum. İzmit civarında yol
kenarındaki bir restoranda yemeğin yanında alkol de aldım. Ama yola devam etme
durumundan vazgeçmiş değildim.
Yeniden bindim
arabama, gecenin ıssızlığında bölünmüş yolda ilerledim epeyce. Gölcük civarıydı,
yavaşlamıştım, yine de belli bir hızım vardı. Dinlediğim müziği değiştireyim
diye başımı eğip de birden kaldırınca, yola bir şeyin fırladığını fark ettim,
ani bir frenle durdum fakat bir şeye çarpmıştım. Hemen dışarı
fırladım, gecenin karanlığında parlayan gözleriyle karşılaştım. Bedeninin
ortasından geçmiştim, can çekişiyordu. İçler acısıydı, yalvarır gibi
bakıyordu. Elimle alıp yol kenarına çektim, daha fazla bağırmaya başladı ve
birden kesildi sesi. Ölmüştü.
Saat 03.02 idi,
derinden duyduğum dua sesleri arasında onu toprağa gömdüm. 17 Ağustos’un o
saatinde toprağa gömülen pek çok vatandaşımız gibi.
Bir dostum vardı bundan böyle. Odunların
içinden çıktı geldi hayatıma ve beni geçmişe sürükleyip yıllar öncesi
yaptığım hatayı biri sağdan biri soldan olmak üzere usta bir boksör kroşesi
gibi indirdi suratıma.
Bu bana, kaderden tesadüflere, mistik
düşüncelerden paranormal kavramlara kadar pek çok şeyi düşündürdü.
İşin içinden çıkamadım tabi.
O uyuyor şimdi, çorbanın suyuyla ıslattığım
ekmekleri yedirmeye çalıştım. Az da olsa yedi. Çok şükür ki yarası beresi
kanaması yok. Sobanın arkasına serdiğim havlunun üzerinde yatıyor, yüzünü minik
patilerinin arasına almış ve küçücük kuyruğunu da kıvırmış halde.
Bir kedim var, adı da Seyfo.
Hadi gülümse artık..