
Hepimiz uydurma hikayelerin arkasına
sığınmışız. Beyaz yalanlar, pembe yalanlar bir ilişkiyi kurtarmak adına
çevrilen dolaplar olmuştur.
Onun hikayesi ne kadar açık diye sormak
lazım kendimize!
Mazereti geçerli mi, katakulliye mi
getirildik, aldatıldık mı, kandırıldık mı, öğrensen ne olur öğrenmesen ne olur,
sonucunu değiştiremeyeceğin bir şeyse eğer canını sıkmaya değer mi?
-Hayatta ne çok soru var değil mi? Bak bunu
bile soru cümlesiyle yazıyorum. -
Aptal yerine konmayı, kullanılmayı,
kandırılmayı, yönlendirilmeyi kimse istemez. O halde bir yerde
gerçeklerin ucundan tutmak gerek. Görmedim, duymadım, bilmiyorum felsefesi
kaybedecek şeyleri olanlar için geçerlidir. Senin de varsa eğer yazının bundan
sonrasını okuma zaten.
Bir ilişkiyi oluşturan faktörler vardır. Bu
arkadaşlık olur, eş olur, dost olur, kardeşlik olur falan filan. Bu faktörler
artık yaşadıklarından öğrendiğin şeyler kategorisine giren şeylerdir. İlgi,
sadakat, dürüstlük, saygı, fedakarlık, hoşgörü gibi.. Bunların bir arada
durabilmesi de gerçeklerin su yüzünde olmasına bağlıdır.
İstisnaları her zaman bir kenara
bırakıyoruz. Mesela kendini iyi hissetmeyen birine ‘her şey güzel olacak’ diye
teselliler verebiliriz. Ya da çatının üzerine çıkıp da ‘bana eşimi ve
çocuklarımı getirin, yoksa atarım kendimi aşağıya’ diyen biri için eşini ve
çocuklarını getiriyoruz diyerek zaman kazanılabilir.
Ama haftada üç gece toplantı bahanesiyle
geç gelen bir kocanın uyduracağı hikayeler bellidir. Banyoya girerken cep
telefonunu yanına alan bir sevgiliden şüphe etmek gerekebilir. Gerçi biz bunlara takılmıyoruz.
Ne yapıyoruz?
Şüphelendiğimiz kişiyi bir köşeye çekip
ağzını burnunu dağıtıyoruz!
-Şaka yahu, ne haliniz varsa görün, banane, sizle mi uğraşıp durucam :) -