21 Kasım 2018 Çarşamba

Balıkçı




“Hadi evlat, balıkları uykularından uyandırmaya denize gidiyoruz.”  
“Tamam Mustafa Abi, hava düzeldi galiba, ama gün ışımamış daha.”
“Eee dedim ya; gün değil, biz uyandıracağız balıkları..”
  
Oldukça erkendi, hava sakinlemişti, evden çıkıp da sahile doğru ilerlediğimizde tüm balıkçı tayfasının orada olduğunu gördük. İki tekne vardı ve benimle birlikte altı kişiydik. Kısaca geçilen tanışma merasiminden sonra teknelere dağıldık. Ben Mustafa Abi’nin yanındaydım.  Bizim bulunduğumuz tekneye 23-24 yaşlarında, kısa boylu, sarışın ve sürekli üşüyorum diye mızmızlanan bir genç de bindi.
“Balık var mıdır, dayı..” diye sordu Mustafa Abi’ye.
 “Tutabilene vardır..” dedi kaygısızca.
Tekne ilerlerken etrafa şöyle bir göz atıp buranın nasıl bir yer olduğu konusunda bilgiler vermeye çalıştı Mustafa Abi. 
Bu arada ismi Ahmet olan genç balıkçıyla da konuşuyordu.

“ İlerdeki akıntıya yaklaşma sakın, buradan atıcaz ağları, rüzgarın etkisiyle çoğu diptedir, biraz daha salıcaz ağları. Önceki gün yağan yağmurdan denizin üzerinde oluşan börtü böcek de kalmamıştır artık, bugün işimiz zor olacak ama balığı da bulucaz. Önce dibi tarayalım. Al oltayı, bak bakalım var mı balık, biliyorsun artık, oltadaki yemi dibe doğru atıyorsun ve balıkların arasından geçirerek balık yoğunluğuna bakıyorsun, etrafta balık varsa onları da davet etmiş oluyorsun. Hadi Ahmet, işe koyulalım.”

Ne çok konuşuyordu Mustafa Abi, ama dinletmesini de biliyordu. Emrivaki yaparken bile rica eder gibi hali vardı. 65 yaşında olduğunu söylemişti, hiç göstermiyordu. 23 yaşında sürekli üşüyen şu gence taş çıkarırdı.
Balıklar ağa takılmaya başlamıştı bile. Diğer tekne de yaklaşmıştı.

 “Hadi bakalım Mustafa Abi, oldukça balık tutacak gibisiniz.” Dedim.
“ Kısmet evlat, kısmet..  Balık tutmak da kısmet işi..”

Mis gibiydi hava, rüzgarla süpürülmüş yağmurla yıkanmış gibi. Soğuktu elbet, özellikle suyla temas edince iyice üşüyordu insan. Teknenin içinde ayakları sallanan küçük bir masa, mutfak denilebilecek bir tezgah ve ahşap sedir gibi üzerinde birkaç şiltenin olduğu oturak vardı. Karadeniz’in hırçın dalgalarıyla hırpalanan ama asla yılmayan ufacık tefecik içi dolu turşucuk tarzı tekneydi. Düşündüm de insan burada yıllarını bile geçirebilirdi uzak denizlere doğru yol alırken.
Mustafa Abi, teknenin içine girdi. Bir büyük rakıyı çıkardı poşetin içinden, bir kabın içinden de peynir çıkardı. Dilimledi. İki kadehten birini bana uzattı, içine rakı koydu, üzerine su ekledi.
“Hadi evlat bir taraftan da demlenmeye başlayalım.”  
“ Balıklar olmadan mı Abi?”
“Onlar rakının kokusuna gelecektir, sen merak etme evlat..”

Keyif adamıydı. Hoş sohbetti. Bazı mutluluklar hiç ölmez diyerek anlatmaya başladı yine. Çalış, koştur, didin, emek harca, nereye kadar. İnsan mutlu değilse çok parası olmuş neye yarar diye konuşup duruyordu. Bu tarz adamları oturup dinleyecektin. Zira anlattığı hikaye o kadar hoşuma gitmişti ki.


-Dinle evlat; 
Amerikalı bir zengin, iş seyahati sırasında Meksika’nın küçük bir kıyı kasabasına uğramış. Limanda gezerken bakmış, içinde balık dolu bir tekne ve keyifli bir balıkçı. Merhaba balıkçı, demiş. Bu balıkları kaç zamanda tuttun?
      Bir iki saatimi aldı demiş balıkçı.
      İştahlanmış bizim iş adamı. Eee niye biraz daha kalıp daha fazla tutmadın, diye sormuş.
      Bu kadarı bize yetiyor diye cevap vermiş balıkçı, omuz silkerek.
      Şaşmış balıkçının kanaatkarlığına. Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun peki diye üstelemiş.
      Sabahları açılır biraz balık tutarım, sonra çocuklarımla oynarım, öğleyin karımla siesta yaparım, akşamları amigolarla beraber şarap içer, geç vakte kadar gitar çalar, eğleniriz, oldukça meşgulüm yani senyor, demiş balıkçı.

      Ben sana yardımcı olabilirim demiş Amerikalı. Büyük bir tekne bulmalısın, bu işe daha fazla zaman ayırıp daha çok balık tutmalısın. Oradan elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alabilirsin. Kısa sürede tuttuğun balıkları işletme tesislerine satarsın. Hatta zamanla kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Kısa zamanda balıkçılık sektöründe bir numara olursun.
Balıkçı merakla, bunları yapmak kaç sene alır senyor, demiş.
15-20 senede halledersin demiş Amerikalı. Sonrasında şirketini halka açarsın, hisselerini iyi paraya satarsın ve kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın.
Eeee sonra?
Sonra emekli olursun, küçük bir balıkçı kasabasına yerleşir, istersen zevk için balık tutarsın. Torunlarınla oynar, karınla siesta yaparsın. Akşamları da şarap içer, gitar çalarsın gece yarılarına kadar. Nasıl? Mükemmel değil mi?
Balıkçı cevap vermiş, ben zaten şu anda bunları yapıyorum, bu kadar telaşa ne gerek var!!!


Bizi bekleyen final, şu anda bile yanımızda durup da göremediğimiz mutluluk ve huzur ise gerçekten bu kadar telaşa ne gerek vardı? 

(Hangimiz Kendimiz adlı yıllardır elimde sürüklenen ve bitmeyen romanımdan bir bölüm) 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder