21 Eylül 2016 Çarşamba

Yağmurda terlikle gezeceğim


yağmurda  tumblr ile ilgili görsel sonucu


Bir yaz mevsiminin daha sonuna geldiğimizi üzerime giydiğim hırkıyla bildiriyorum sevgili okur. Mavinin en güzel tonlarını saklayıp sarıyı çıkardık kutudan. Hatta biraz erken oldu ama ıhlamur bile kaynıyor ocakta. Sabah yürüyüşleri başladı hafif puslu havada dökülen yaprakların arasında. Bir müddet sonra Ankara'da kırmızı yapraklar da görmeye başlarız. Central Park'daki kırmızı kestane ağaçlarının yapraklarına benzemese de bizi idare ediyor. Bulduğumuzla yetinmeyi küçüklüğümüzde öğrendik. 
Bu sabah yürürken telefonumdan kulaklığa oradan da kulağıma sirayet eden 'On my mind' adlı şarkıyı dinledim 103.1 frekansında. Şarkıyı kimin söylediğini bulmak için yarım saatimi harcadıktan sonra radyonun internet sitesine bakmak aklıma geldi. Son 24 saatte çalınan şarkıların listesini vermiş Radyo ODTÜ. Altın bulsam haydan gelen huya gider diye bu kadar sevinmezdim.
Haberlerde ' Herkes şokta' diye başlık atmışlar. Meğer Angelina ile Brad boşanıyormuş. Şok!! oldum cidden!!
Bu yazı da o şokun etkisinden çıkamadığım için yazılıyor. Şoktan kurtulsam roman yazacağım, o derece yani!
Nasıl da dipteyiz, nasıl duruyoruz buralarda biz?
Her yanımız soğuk, güneşe inancımız bitmiş, halbuki ateşe yürümeyi severdik, deli gibi yanarak umudumuzu yeşertmeyi severdik. şimdilerde bulunmuyor öyle bir ateş.
Bir şarkıyı tekrar tekrar dinleyince artık yabancı olmuyor sanki. Çok dinlenilen şarkılarda sakinleştiren bir hal var.
Daldan dala atlıyorum böyle, hem yaşlıyım hem çok konuşuyorum içerde, ne yapacaksın mizaç işte.
Hayatın bir döneminden sonra okuduğun okullar, kitaplar, yazdığın satırlar silik kalıyor. Gün yüzüne çıkan şey yaşam pratiğinin getirdikleri. Düşmelerin, kalkmaların, yaralanmaların, gerçeklerin ağırlığı diplomalarını ezip geçiyor. Yaşamın içine karışmak, yeni gerçekler bulmak ve o gerçeklerin sana uygun olduğunu anlamakla gelip geçiyor ömür denilen şey.
Neyse şarkıyı kapatalım, yazı da kendiliğinden son bulur zaten.




5 Eylül 2016 Pazartesi

Zaman ve olaylar akıp geçerler




Bu sabah yine aynı güne uyandım. Saat 7. Hafif serin. Bomboş. Biraz daha uyumak istedim. Ne olurdu sanki kalkmasam, bitmese, yetişmese derken telefonun alarmı da çalmaya başladı. Kapattım. İki bildirim, bankadan bir mesaj ve hiç arama yoktu. O kadar mı yalnızdım!
Yüzümü yıkadıktan sonra aynaya baktım.
Gördüğüm kişi olduğum kişi miydi? Olduğum kişi kimdi? Yalnız mıydı o da? Bir şişe şarabın içinde boğulmuş gibi bitkin duruyordu. Halbuki erkenden yatmıştı, yoksa beni yatırıp geceye devam mı etmişti? Ben hangisiydim?
Ama birisi tam sopalıktı. Diğerinin belki de -varolan- huzurunu bozmak için çabalıyordu. Akşamdan kalma şiş gözlerle talimatlar veriyordu. Kalkma, gitme, yapma, etme, zorlama, bırak, öleceksin, kaybet, yıkıl, kulak asma, ne işin var, yat yahu, yat uyu be kadın!
Dayanamıyordum!
Her şeyin sustuğunu, hayatın durduğunu, tek kaldığımı hissedene kadar bakmaya devam ettim. Bu benim savaşımdı. Kime neydi?
Alışkındım zaten, aynı olayı, doğru yolu bulmak için sürekli yaşıyordum. Ama doğru yolu yoktu bunun. Bu kısımda anlaşamıyorduk.
Sırf alıştım diye huzursuzluğu azalmıyordu fakat ne yapacağımı biliyordum, paniğe kapılmaktansa sessiz sakin dinliyordum kendimi.
Bazen bazı şeylerin olmasındansa bazı şeylerin olmayacağını yüzümdeki ifadeye yerleştirerek, hayatın monotonluğunu da sırtıma yüklenerek çıkıyordum artık. Başka insanların başka hikayelerini süslü cümlelerle yazmak üzere gidiyordum kendimden..



3 Eylül 2016 Cumartesi

Bu efkar hepimizin



Eylül (müş) Cumartesi (ymiş); gün akşama dönüyor (muş)
Ankara havası malum akşama doğru epey soğuyor (muş)
Yaz bitiyor (muş)
Sonbahar hüzünlü (ymüş)
Yapraklar dökülüyor (muş)
Balkonlardan, bahçelerden yavaş yavaş eve geçiliyor (muş)
Şiirler yazılıyor (muş) kafiyesiz.
Kadehler dostluğa kalkıyor (muş)