18 Haziran 2016 Cumartesi

Hayat, azıcık dursan da yetişsek


Annemi arayamıyorum günlerdir, ah bu rutin vakitsizlik! Gerçi insanlar telefonla konuşmayı bıraktılar sanırım, telefon görüşmeleri pek kıymetli zamanımızdan çalar oldu, mesajlaşmak daha kolay sanki! Çorba karıştırırken, film izlerken, yürürken hatta tuvaletteyken bile tık tık iki cümleyle yazıyorsun meramını. Bazen ona da vakit olmuyor, ses kaydı yapıp gönderiyorsun. 

Çok hızlı koşuyor birileri, almış arkasına milyonları nereye gittiğini bilmeden, durup dinlenmeden, nefes almadan ilerliyor. 
Enerjisi fazla gelenler, adrenalin tutkunları, gezginler, politikler, apolitikler, doyumsuzlar, manikler, dahiler, cahiller vs. birbirlerini ezip geçerek, sert kavgalar vererek başı çekiyorlar. Kaybedecek çok şeyi olmayanlar aralardan ilerliyor, kendi yolunda. Geriden gelenler de var. En sevdiğim!
Yıkılsa dünya, kıyamet kopsa umuruna gelmez. 

İçten içe kıskanırız bu tipleri, formüllerini öğrenir, kendi hayatımıza yerleştirir, çözüme ulaşamayız.

Sen kendini büyük çarpışmaların içinde bulurken, her yere aynı anda yetişmeye çalışırken, iş hayatının külfetli yükünü omuzlarında taşırken, çoluğun çocuğun sorumluluklarını sırtlanırken, derin denizlere dalarken, zor soruları çözerken, öğrenmek istediğin ne varsa kafanın içine tıkarken, sporunu yaparken, kalori hesabı güderken, dostlarının derdine ortak olurken, memleketin içler acısı durumuna için yanarken, hikayeler yazarken, kitaplar okurken ben bu kadar ken i neden yazdığımı anlamazken bu mübarekler kaplumbağa misali yavaş yavaş sanki hiç ölmeyecek gibi yaşıyorlar. 

Halbuki daha hayallerimiz var yahu!
Kim yetişecek o hayallerin hepsine, hayat sen nereye koşuyorsun?
Azıcık dursan da yetişsek be!

9 Haziran 2016 Perşembe

Bir güne kaç acı sığabilir?






Ülkemin gündemi dünyada eşi benzeri olmayan bir bataklığa dönmüş durumda. O kadar acı, o kadar trajik ki artık normal olan şeyler de normal olmamaya başladı. Eskiden günün bombası Tarkan’ın çişi, Hülya Avşar’ın boşanması, Serdar Ortaç’ın kumarda kaybetmesi falan olurdu.

‘Banane ya ben mi kurtarıcam’ memleketi diyenler, susanlar, oraya buraya çamur atanlar, birbirini yiyenler, provokatörler, yalancılar, hırsızlar, adiler, yüzsüzler, troller, hepsi ayrı tellerden çalıyorlar. Gerçekten mücadele edenler yok mu aramızda, elbette var. Ama artık onlar da inanmıyor bu coğrafyada bir şeylerin değişeceğine.

İnanarak mücadele etmiyorlar, eşitlik için çabalayan o insanlar, bu ülkede bir gün sosyal bir sisteme sahip olacağının inancını yitirmiş durumdalar. Terörün biteceği, hükümet politikalarının düzeleceği, kadın cinayetlerinin duracağı, tecavüzcülerin hakettiği cezayı alacağı, akademik alanda gelişileceği, ekonominin düzeleceğine dair umutlarını kaybetmiş durumdalar.

Artık yaşananlar dev bir sahnede oynanan çirkin bir dram oyunundan başka bir şey değil. Herkes mutsuz, herkes sorunlu, herkes kötü. Birbirlerinin açığını çıkarmak uğruna deli divane olan bir güruh.

Bu kadar kötülük içinde nasıl temiz kalacağımızı şaşırdık!
Yanlış bir hayatı doğru yaşayalım derken yorulduk.

Her gün insanların öldüğü, gencecik çocukların şehit olduğu, adaletsizliğin tavan yaptığı, acı çekilen, gözyaşı dökülen bir ülkede vicdan da etkisini yitiriyor. Aynı vidayı defalarca sıkarsın da yalama olur ya işte o hesap!

Bir gün ağla, iki gün ağla, üçüncü gün üzül, dördüncü gün isyan et, yüreğin yansın, için parçalansın, ee değişen bir şey de yok, alış o zaman, zoraki alışırsın, yapacak ne kaldı ki!

Bu kirli düzeni değiştirmek için yapacağın şeyler de elinden alınmışsa, yapacak ne var! Alışıyoruz işte, yoksa bir insan bu kadar acıya dayanamaz. Gerçekten dayanamaz!

Kötülük ve acı bu kadar sıradan olmamalıydı!

Medeniyetlerin, imparatorlukların yıkıldığı bir dünya tarihinde elbette ulus devletler de yıkılır, da biz göremeyiz muhtemelen. Ruhumuz, aklımız hapishaneye tıkılmadan önce yazalım bari, acılarla beslenmeseydi keşke kalemimiz.


Neyse gündeme dönelim, kazık yiyince oruç bozuluyor muydu hocam!