14 Mart 2016 Pazartesi

Ya Sonra?



Yağmur var bugün Ankara’da. Gökyüzü için için ağlıyor, gökyüzü bile üzerine düşeni yerine getiriyor giden canların ardından. Peki sen ne yapıyorsun, ya da ben, biz? Ne yapıyoruz? Bu şerefsizler gülen yüzlerimize, gözlerimize, parlak gençlerimize, umutlarımıza, hayallerimize, şehit kanlarıyla kazanılmış cennet vatanımıza saldırırken sen ne yapıyorsun eyy yetkili, eyy istihbarat!!
Ne yapıyorsun sen o koltukta? Hala neden oturuyorsun? Nasıl oturabiliyorsun? Hiç mi sorumluluk almıyorsun, hiç mi yüreğin sızlamıyor?
Peki ya sen ne yapıyorsun sesini çıkarmayan insan? Vicdanın ne durumda? Görebilmen, duyabilmen, hissedebilmen için o bombanın evinde, yüreğinde mi patlaması lazım? Nedir bu saldırgan, nefret dolu dilin? Örümcek kafan, umursamaz halin, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın düşüncelerin? Eminim sen de iyi birisin, ülkeni seviyorsun, kanla beslenmek istemiyorsun. O halde ne duruyorsun, neden benimle, bizimle el ele tutuşmuyorsun? Neden dünyaya sesini yükseltmiyorsun, ben de varım, ben de buradayım, bir daha benim insanıma, benim toprağıma dokunursan alnını karışlarım diye?
Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak nasıl çıkacak karanlıklar aydınlığa demiş Nazım Hikmet. Terör belası senin ülkende, başkentin en merkezi yerinde, en kalabalık saatlerden birinde, dalga geçercesine, gözünün içine baka baka patlatıyor bombayı, tam da yüreğinden, tam da kalbinin ortasından. Yüzlerce eve ateş düşüyor, ortak dil isyan oluyor. Biz sağ kalanlar ise kahrımızdan bir kez daha ölüyoruz.
Lanet etmekten, kınamaktan başka bir şey yapılmayan, bir müddet sonra unutulan ve bu tür olaylara alıştırılmaya çalışan bir toplumun içinde debelenip duruyoruz.
Daha ne yazalım, ne söyleyelim, ne yapalım da sesimizi duyuralım! İç konuşmalarımın yüzde iki yüzü küfürden ibaret olsa da boğazımdan içeri gönderiyorum, sırf onların dilinden konuşmayayım diye!
Bu huzursuz ortamda halkın can güvenliğini korumaktan aciz bir siyasi idare var karşında. Ama kamu güvenliği altında her türlü baskı ve zulmü yapan da onlar. Demek ki gerçek niyet o değil! Anadoluda rabbena hep bana derler bu duruma.
Tüm bunları görmekten men etme kendini, gerçekleri anlamaya odaklan, bir ol, birlik ol, bu kadar savunma gün yüzü gibi ortada olan haksızlıkları, olayları..
Vatandaşları mutsuz, umutsuz, sürekli öldürülen, öldürülmediği zaman dövülen, konuştuğunda tutuklanan, hakkını aradığında tehdit edilen, işsiz bırakılan, güvende hissetmediği, birbirine güvenmediği, kalabalık bir ülke yarattılar. O pembe gözlükleri çıkar da gör artık!
Bundan sonra iyi olmayacağız, o bombayı ensemizde hissedeceğiz, tedirgin yürüyeceğiz, çoluğumuz çocuğumuz, askerimiz, sevdiklerimiz, kendimiz için endişe edeceğiz. Sen benimle bir olup da bu insanlıktan çıkmış mahlukları yerle yeksan etmedikten sonra yüzümüz hiç gülmeyecek. Bu memleket kurşun gibi ağır artık!
Bu sefer bizi es geçti, bunları yazanı, okuyanı, yayınlayanı, yorum yapanı.. Peki ya sonra?


7 Mart 2016 Pazartesi

Büyükada





İlerlediğim patika yol, Büyükada’ya götürdü beni.
İki tarafı ağaçlıklı, işini bilen bir yazarın romanında, kelimelerinden dökülmüş gibiydi ada ilk gittiğimde. Gençlik yıllarımdı. Aşkı, özlemeyi, hayal etmeyi, düşlerde yaşamayı, dokunabilmeyi, gülümsemeyi hissettiğim yıllardı.

Vapurdan inince saat meydanından biraz daha ileride sol tarafta kalan bisikletçi vardı. Oradan bisiklet kiralanır, ada o şekilde gezilebilirdi. İsteyen faytona da biniyordu tabi. Benim ilk tercihim bisiklet olmuştu ve Rum bir kadının tatlı gülümsemesi ve şivesiyle ilk bisikletimi orada kiralamıştım. 
Bir adada yalnız kalmak o dönemlerde hiç olmazsa bir kere bile geçerdi insanın kafasından. Yalnız gitmiştim ama ada çok kalabalıktı. Vapurda oturacak yer yoktu, martılara simit atarak gelmiştik.
Piknik alanına giden yol boyunca faytonların tekerlek gıcırtısı, atların nal sesleri ve bisikletli insanların pedal sesinden başka ses yoktu. Çoğu kişi de yürümeyi seçmişti. Yol üzerindeki bir villanın bahçesinde gördüğüm Saint Bernard köpeğini sevmiştim. Heidi nerde diye sormuştum köpeğe, öyle bakmıştı yüzüme.

Adaya yapılan günübirlik gezilerle oranın keyfine varmanın orada yaşamakla alakası olmamalıydı. Küçük esnafı, Müslümanı Rumuyla, kedisi köpeğiyle birbirine kenetlenmiş ada halkı bunu anlayabilirdi.

Trafik, sıcak, kalabalık, gürültü arasından çıkıp da bir saate varmayan bir süre içinde yemyeşil bahçeli evlerin olduğu, begonyalı, mis kokulu, huzur dolu bir ortama varmak insanda garip etkiler yaratıyordu.

Bir müddet bisikletle dolaştıktan sonra yoldan biraz ayrılınca bisikleti bir ağaç kenarına bırakarak patika yoldan yürümeye başlamıştım. İşte burası orasıydı ve ben o gün orada kaybolmuştum.


Soğuktan buz kestiğim, karanlıktan önümü bile göremediğim şu anda içimdeki adayı yeşertiyorum burada. 
Büyükada durduk yerde insanın aklına düşüp de özlenebilecek bir yerdi ve şimdi benim hasretimdi. 

'Hangimiz Kendimiz' adlı romanımdan..



4 Mart 2016 Cuma

Yanlış yer, yanlış zaman








Küçükken güneşin doğmasını beklerdim, büyüdüm güneşin batmasını bekler oldum. Hayatımız boyunca beklemedik mi ki zaten bir şeyleri? Maaş günlerini, mutlu olmayı, sınav saatini, otobüsü, en sevdiğimiz hocanın dersini, telefonun çalmasını, beklediğin filmin vizyona girmesini..
Bekledim ben de.. 
Ve sen;
Beklemediğim anda geldin, 
Hoş geldin, ama;
Bu hikayenin kötü kahramanı benim, yer edinme kendine buralarda. 

Ne zaman zihnimin kara sularında yüzmeye kalksam boğulmak isterim. En dibe batarım, farklı zamanlara ait anıları görürüm orada, unutmak istediğim şeyler beni öldürecek diye korkarım. 
Ama suyun içinde kalırım, korkularımla yüzleşirim. Daha güçlenerek çıkarım su yüzüne.
Dünyaya bakarım bu sefer de, mutlu bebeklerin gergin annelerini görürüm, borçlu babaları. Mazot kokusunu duyarım, içinde insan olmayan pahalı elbiseleri!
Daha hızlı koşmaya çalışırım, ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım, geçmiş benden önce varır gideceğim yere. Bazen bir kitabın içinde, bazen de bir şarkının sözlerinde saklanır.
Unutulmayanı unutmanın tek yolu daha unutulmazını bulmaktır diye ilerlerim. Yaşım gibi, yaşadıklarım gibi, hayat gibi..

Şimdi, sen, geldin ya hani;
Bir şarkının nakaratına beraber girip de bağıra bağıra söylemeyeceksek o şarkıyı, gitmelisin!