Kim bilir kaç zaman geçti üzerinden sen hala aynı yerde
beklerken!
Geçmişe hapsolup aynı
düşünceleri yeniden gündeme getirmekle geçti ömrün belki de..
Yorulduğunu hissettiğinde durmak zorundaydın ama zaman
seninle birlikte durmadı, durmayacaktı. Senin toparlanmanı beklemeyecekti.
Ve yenik düşünce sen, sürekli geçmişi özledin.
Ruhlar değişiyor, sözler değişiyor. Sıralı hayatları yaşıyor
insanlar, kader de değil ki bahane yaratalım!
Silgiler geçiyor geçmişin üzerinden, yenileniyor her şey,
her güzellik, her kötülük..
Şarkılar mı, masallar mı daha çok geçmişe dönük? Geçmiş.. Gelmez
ki bir daha geri.
Keşkeler hayat bulmaz biz ne kadar istesek de, çabalarımız
boşa gider.
‘Zaman sessiz bir testeredir’ derken Kant, aslında o kesiği
hissettiriyor bize. Zamanının ötesinde durduğun yere diğerleri de varana dek
ama onlar oraya vardığında da sen denen şey ya daha ötede olmaya başlıyorsun ya
da artık olmamaya. Elde edilebilecek bir fayda varsa da eğer bu salt benliğine
dair bir hazza dönüyor, ancak kendi varlığının vurgusuyla varabileceğin.
Varlığın zaman ötesini konumunun, zamanın içerisindeki
bükülmelerinin bellekte sebep olduğu buzlanmalar aracılığıyla
tanımlanabileceğini ama bu modellemenin de nihayetinde kişiyi bir aklın esrikleşmesinden
öte bir yere götürmeyeceğini söyler,
Deleuze.
Bu da bir yerde olanın olmayanın denetiminden sıyrıldığı
hünerin bir sabah sisine evirilmesine sebep olacağı için bir şey demek
değildir.
Şimdi, kaç farklı saatte yaşayabileceğini bilmediğin bir
ömrün olduğu gerçeğini unutmadan yola çıktığında ve sonsuzluğa giden bu
yolculuğunda ne kadar değerli olduğunu bildiğin ama hoyratça tükettiğin zaman
senden hesap sorduğunda şikayet etme olur mu?