18 Mart 2014 Salı

GEL ZAMAN GİT ZAMAN


Kim bilir kaç zaman geçti üzerinden sen hala aynı yerde beklerken!
Geçmişe hapsolup aynı düşünceleri yeniden gündeme getirmekle geçti ömrün belki de..
Yorulduğunu hissettiğinde durmak zorundaydın ama zaman seninle birlikte durmadı, durmayacaktı. Senin toparlanmanı beklemeyecekti.
Ve yenik düşünce sen, sürekli geçmişi özledin.

Ruhlar değişiyor, sözler değişiyor. Sıralı hayatları yaşıyor insanlar, kader de değil ki bahane yaratalım!
Silgiler geçiyor geçmişin üzerinden, yenileniyor her şey, her güzellik, her kötülük..
Şarkılar mı, masallar mı daha çok geçmişe dönük? Geçmiş.. Gelmez ki bir daha geri.
Keşkeler hayat bulmaz biz ne kadar istesek de, çabalarımız boşa gider.

‘Zaman sessiz bir testeredir’ derken Kant, aslında o kesiği hissettiriyor bize. Zamanının ötesinde durduğun yere diğerleri de varana dek ama onlar oraya vardığında da sen denen şey ya daha ötede olmaya başlıyorsun ya da artık olmamaya. Elde edilebilecek bir fayda varsa da eğer bu salt benliğine dair bir hazza dönüyor, ancak kendi varlığının vurgusuyla varabileceğin.
Varlığın zaman ötesini konumunun, zamanın içerisindeki bükülmelerinin bellekte sebep olduğu buzlanmalar aracılığıyla tanımlanabileceğini ama bu modellemenin de nihayetinde kişiyi bir aklın esrikleşmesinden öte bir yere götürmeyeceğini söyler,  Deleuze.
Bu da bir yerde olanın olmayanın denetiminden sıyrıldığı hünerin bir sabah sisine evirilmesine sebep olacağı için bir şey demek değildir.

Şimdi, kaç farklı saatte yaşayabileceğini bilmediğin bir ömrün olduğu gerçeğini unutmadan yola çıktığında ve sonsuzluğa giden bu yolculuğunda ne kadar değerli olduğunu bildiğin ama hoyratça tükettiğin zaman senden hesap sorduğunda şikayet etme olur mu?