29 Ocak 2014 Çarşamba

Freudyen okumalar



Gecenin bir saatinde rüya ile gelen mesajda bir sonraki günün akşamında  Freud'la rakı masasına oturma planı yapmıştık. Rakıyı o getirecek ben mezeleri hazırlayacaktım. 
-Rakıyı sek içtiğini birkaç kaynakta okumuştum- 
Bu durumda iki kadehten sonra hafif baş ağrısıyla alnını ovarken 'kadınlar ne ister' diye düşünecekti. 
Azizim Freud diye başlayan konuşmalar gecenin ilerleyen saatlerinde 'abi seviyorsan git konuş' tarzı muhabbetlere dönecek, psikanalizin kapaklarını açan teoremler yerini kahkahaya bırakacaktı. 
'Sence kilo mu almışım?' diye sorarken ben, yine elini alnına götürerek 'kokain lazım bu duruma' diye fısıldayacaktı. 
Rüyalardan, yorumlardan, tabulardan, anamızdan bacımızdan bahsederken 'hiç'lik etrafımızı saracaktı. 
Freud'la flört böyle bir şeydi.



Sigmund Freud- Ruh ve Haz  adlı biyografi-inceleme kitabım KAFEKÜLTÜR Yayıncılıktan bu ay çıktı. Emeği geçen herkese özellikle yayıncım Halil Gökhan'a çok teşekkür ediyorum. 
Freud'u incelemek, içinizdeki gerçeklerin çoğunun bilinçli olmadığına dair soru işaretleri bırakıyor bünyenizde..
Aydınlanma felsefesinin son temsilcilerinden olan bu bilim adamı, aklın her şeyin üzerinde olduğunu savunarak, keskin vizyonu sayesinde bir değişim süreci yaratmıştır. Uyguladığı tedavilerin sıra dışılığı onu farklı kılmıştır. 

Okunması lazım, anlamak lazım, felsefesinin içinde kaybolmak lazım..


Uykudan önce mesela; 





İş yerinde bir molaya ihtiyacınız olduğunda; 




Kahve içerken; 




Falınız fallanırken;



Felsefik notlar almanız gerekirken; 


Her türlü okuyun, ya çok seveceksiniz ya da nefret edeceksiniz! 
Ortasını göremedim daha:) 





22 Ocak 2014 Çarşamba

Pamuklara sarın bari





Elime batan iğne yüzyıllardır uyumama sebep olurken ormanda gidiyordu küçük kız, kırmızı beresiyle salına salına.. 
Uyurken uzayan saçlarım kuleden aşağıya oradan da şirinler köyüne kadar ulaşıyordu. 
Yedi cücelerden birinin baltasıyla kesilivermişti saçlar ucundan.. 
-Onları alıp pamuk prensese götürmüştü cüce-
Pamuk prenses kapıya gelen yaşlı kadının verdiği elmayı saçlarım ile dolayarak şekil yapıyordu. 
O sırada kurt ormandan geçiyor, tilki ile karganın oyununu bozuyor, prens ise hala ortalarda görünmüyordu. 

Prenssiz olmaz evet!

Onlar kadınları hassas, biricik, nadide çiçekler olarak görüp her birinin beyaz atlı prensi olduğunu ve onu beklediklerini kabul görüyorlar.
Kendilerini ise ejderhalarla savaşan, kadınını kimseye bırakmayan, büyüleyici cankurtaran, yüzünden gözünden asalet akan şövalyeler olarak benimsemişler. 
Her birine sormak lazım hangi mağara adamısın diye?
Bilmezler!
Bildikleri şey centilmenlik maskesiyle komplimanlar yapmak..
Anlamadıkları ise uyuyan güzel sakinliği, lüle lüle topuzları, diz kırıp selam vermeleri, pembeler içinde kırıtmalarıyla andıkları bu prenseslerin kendi ejderhalarıyla kendilerinin savaştığı, ormanda tek başına kurtlarla mücadele ettiği, zehirli elmadan alınan bir ısırıkla ölmeyeceği,yolunu yabani otlardan kendisinin temizleyeceği gerçeği.. 
Gına geldi yeminle!
Biri anlatsın şunlara, ben havlu atmak üzereyim..

16 Ocak 2014 Perşembe

Bizi kör karanlıklara mahkum etmeyin





Dün gece erkenden uyuyarak iyi ettik, her gece şarabın dibine vurmıcaktık elbette..
Kış mevsimi zaten, gündüzler avuç kadarken, geceler uzun uzadıya seriliyor önümüze, boş durmuyoruz, geceyle besleniyoruz, geceyi besliyoruz, sabah üzerimizden gitmek bilmeyen uyku gece geç saatlere kadar oyalanıyor, kadın olsa şırfıntı dersin!

Esaslı laflar oluyor kalemimizin ucunda ama vakitsizlikten yakınıyoruz. Mütevazi gerçeklerin peşinden koşuyoruz, bilmemiz gerekmeyen şeylerin peşinden koşmuyoruz, çok da tınn..
'Ne koşucam be, o bize gelsin' umarsızlığı var çoğu zaman..

Bazen soğukta kalıyoruz, duygularımızı dondurmak için, işte o zaman kendimize geliyoruz. Yaşadığımızı hissediyoruz, yoksa bizden bir halt olmaz.. Arada duvara toslamak gerekiyor. 
Hayatımıza uzaktan bir hikaye gibi bakıp bazı yerlerine müdahale etmeyi istiyoruz. Bu bizi sonsuzluğa ulaştıracak gibi geliyor. Üzerini çizdiğimiz her hata bizi olgunlaştıracak ama yeni hatalar yapmamızı engellemeyecek sanki..
Küçük dersler alarak yolumuzu çizmek istiyoruz. Bize tepeden bakmayan saygın insanların vereceği dersler bunlar..
Sessizliğimiz öfkemizden, kabullenişimizden, anlayışımızdan, pişmanlığımızdan, hayranlığımızdan oluyor genellikle ama bizden farklı insanların sessizliğini çözemiyoruz. 
Ağlamaya korkuyor, gülmeye üşeniyoruz..
Ve anlamsız bir şekilde uzuyor yazdıklarımız, bunların arkasına sığınıyoruz..
Kocaman şeyler geliyor üzerimize, canavarlar, kabuslar, can yanmaları, kopmalar, yaralanmalar.. Her seferinde yeniden kalkıyoruz düştüğümüz yerden fakat evde çikolata kalmadıysa ağlayabiliyoruz ya da kitabımız kaybolduysa, internetimiz arızalandıysa..
Bir önemimiz yok bizim, iyi ki de erkenden uyuduk! 

8 Ocak 2014 Çarşamba

Bazen mantığı olmaz yazıların



Hani dalar ya insan birdenbire bir şeyin içinde bulur kendini. Bunun kızgın kumlardan suya atlamakla ilgisi yok ama..
Bazen de bir boşluğun içine yuvarlanmak gibi hani..
Karanlık kör kuyulara misal..
Kafanın dank etmesi, gözlerinde ışıklar çakması, bıngıldağına saksı düşmesi gibi..
Haa.. ne mi oluyor öyle bir durumda?
Bir gülme geliyor işte.. 
Zamanlama manidar diye düşünemiyorsun bile!
Zaman o zaman.
Mekanı kim bilir?

Neyse geyiği bırakalım da size küçük bir hikaye anlatayım, ben anlatır gibi yazdığım için, siz okuyarak dinliyormuş gibi farzedin.

Sürekli kütüphaneye gidip orada kitap okuyan bir genç varmış. 20-25 yaşları arasında ve bu yıllara pek çok şey sığdırmış, zeki ve meraklı bir delikanlıymış. 
Bir gün yine kütüphanede bir kitaba dalmış.
( İşte dalmak böyle bir şey de olabilir) Kitabın çoğu yerinde çizikler, notlar buluyormuş. Özellikle etkilendiği bölümlerde bazı işaretler varmış ve bunları kimin yaptığına dair içinde büyük bir merak oluşmuş.Hemen kütüphaneci hatuna gidip kitabı daha önce kimlerin aldığını öğrenmek istemiş.( Bunu bulmak kolaydır da o bilgileri bir başkasına vermek etik midir bilemem, burada güven devreye girebilir tabi) Kütüphaneci bir kaç isim ve bilgilerini vermiş.Delikanlı hemen onları aramaya koyulmuş. Biri öğrenci, diğeri akademisyen, biri de oldukça hoş bir kadınmış. 
Kadın, evet ben yazdım onları demiş.
Akademisyen, epey zaman geçti sanırım ben yazdım demiş.
Öğrenci ise tabi ki bu benim yazım, başka kim bu kitapla benim kadar ilgilenmiş olabilir ki demiş.
Delikanlı çok şaşırmış.O kişiyi mutlaka bulması gerekiyormuş. Merak içini kemirip duruyormuş. Üçü arasında gidip geliyor, kitabın içindeki notlardan hangisine pay çıkaracağını bilmiyormuş. 
Günlerce rahat uyku uyumamış,en sonunda kütüphaneye tekrar gidip kütüphaneciden o kitapla ilgili başka isimler almak istemiş ama yokmuş. 
Kütüphaneci hatun, kitaba bakmış ve hemen hatırlamış.
O kitabı ben de okudum ve içindeki notları ben yazdım demiş.
Çocuğun kafası hepten gitmiş.
Ama aklına bir cinlik gelmiş.(Saksı düşmüş olabilir) 
'Okuduğunuz diğer kitaplara bakabilir miyim' demiş.
Kütüphaneci de orada okuduğu tüm kitapları göstermiş ve hepsinin içinde aynı karakterle yazılmış notlarla karşılaşmış.
O anda boşluğa düşmüş.
(işte burada da düşmek fiili) 
Ne yapacağını bilemeden 
' kütüphanecilere kitap okumayı yasaklasınlar anasını satiim' 
diyerek çıkıp gitmiş.

Ne mi anladık?
Yahu bize ne kütüphaneciden, çocuktan, kitaptan, notlardan..
İşimize bakalım, ben bu yazıya düştüm, çıkıp başka bir yazıya dalarım, oradan karanlığa atlarım, ışığı ararım, saçımı başımı yolarım! 
Kimseden öğrenecek değiliz!
Ama kitaplardan öğrenecek çok şeyimiz var. Okuyun kardeşler, evlatlar, bacılar, abiler..
Kapat hadi kapat:)








6 Ocak 2014 Pazartesi

Laf Aramızda



Kadın, hoş kadın.. Çevresinde bunu inkar edecek kimse yok! 
Silik biraz, üşengeç, zamanın içinde kaybolan tiplerden..

Kimsenin gıyabında konuşmak pek de iyi değil asıl olan. 

Ama bu kadın hak ediyordu bazı şeyleri. Onu yeterince duyarsan sırrını açabiliyordu, yüreğini eline alıp gidebiliyordu. Kocaman sevebiliyordu. 
Huyu suyu değişenlerden değildi. Döneme göre yavşayanlardan hiç olmadı. 
Kendi kendinin celladıydı.
Kendi kendinin kalkanıydı.
Güvendiği dağlara karlar yağana dek umut doluydu.
Sonra rafa kaldırdı o umutlarını.. Tozlu raflarda bekletti..

Ne mi olmuştu?

Bunu kim bilebilirdi, kendi dertlerinde boğulacak kadar inatçıydı.
Güzel kadın, Allah var..
Hiç saklanmadı arkasına güzelliğinin, kendi kendinin fabrikatörü oldu, üretti, talep karşısında kayıtsız kalamadı. 
Sundu! 

Doyduğu yeri evi saydı, memleket hasretini bağrına gömdü. Kendini oyalayan çocuklar gibiydi.
Can sıkıntıları, kalp kırıkları, baş ağrılarını teğet geçti. 
Yüksek sesle kahkaha atan birinin enerjisini benimsedi. Birilerinin canını acıttı, bir çoğuna iyi geldi. 

Zaman onu da gömecek karanlığına..
Tek isteği hatırlanmak, iyi veya kötü..

Neyse biz şimdi kimsenin arkasından konuşmayalım, yolumuza gidelim!
Ama unutmayalım, iyiyi, kötüyü..