30 Aralık 2013 Pazartesi

Bana küçük mutluluklar yazar mısın?



Çikolata parçacıkları gibi hayatıma dağılan nesneler var. Benimle aynı anda aynı şeyleri düşünüp gülümsediğim insanlar var.
Kahve var..

Şarkının sesini çok açmadım bugün.. 
Derinden gelen melodi yazmanın tam sırası diye fısıldadı. Elimde kalan şeyler, çok yazıp az söylemenin hafifliğiyle bütünleşti. Özellikle geceleri birdenbire ortaya çıkan hayatı sorgulama, anlamlandırma isteği sardı dört bir tarafı. Gün ışığının tuzak vuruşuyla gözlerim kamaşırken pek de akla gelmeyen bu olgu kapladı odamı..
Geceden kalma halim göz kapaklarıma bir uyku yerleştirip gitti.
Haberlere bakmak istedim.
Kötüydü.
Başka türlü ifade edemedim olanları..
Elliott Smith şarkıları bile daha iç açıcı geldi!

Çeliştim biraz da.. Kolay oldu bu..
Ne kadınlar var dedim, geçmişi, hayatı darmaduman eden, alıştığımız hiçbir şeye benzemeyen..
Tarih bile korkuyor onlardan, karanlığına gömüyor.

Ve şimdi;
ihtiyacım olan şeyi düşündüm: Sarhoşluğun tatlı esintisi aklın bedenin yalpalanmasına sebep olurken takvimin değişmesi akabinde baş ağrısı deyip noktayı koydum.






21 Aralık 2013 Cumartesi

Biraz kızarsa yanakların, eminim yakışacak




Haddini bil!
Öyle büyük metaların hayallerini kurma!
Gün gelir ayağına dolanır..
Haddini bilmek onurlu bir davranıştır..

Koskoca dünyanın içindesin..Seni yok sayan bir dünya..
Zaman da geçiyor, düz değil ki.. dönüp duruyor. Bak kış gündönümü, en uzun gece..
Yarın nolcak? Eksilecek, gündüze kayacak! 
Bunu biliyoruz zaten, napalım peki, oturalım mı? 
Oturmayalım, ritm tutalım! 
Senin katkına ihtiyacı olan bir dünyanın içinde olduğunu unutursan dünya da seni yok sayar tabi! 

Utanmazlık almış başını gidiyor.
Buna da göreceli diyorlar, benim utanacağım bir şeyi sen umursamayabilirmişsin! 
Doğrudur.. Kültürlere, ortamlara göre çeşitlilik gösterebilir..
Bir davranış biçimi olabileceği gibi hobi ya da işlev de olabilir. 
Kimi kiminin utanmazlığından utanabileceği gibi kimi de utanmaktan utanabilir.. 
Kimi düşüncelerinden bile utanırken kimi davranışlarından utanmayabilir..
İnsan kendinden bile utanır bazen..
Sütünü içip de gece yatmadan önce aynanın önünde maskesini çıkarıp koyan insanın, sabah aynanın önünden maskesini alıp takmasıyla dışarı çıkması arasındaki geçen süre utanç doludur. 
Yapmayın bunu.. o maskeyi takacaksanız uykunuzda takın ki rüyalarınız haricinde kimseyi rahatsız etmeyin! 

Saçınızdan, gözünüzden, karnınızın guruldamasından, ağzınızın kokmasından utanmayın!
Elleriniz tutmayabilir, kulaklarınız duymayabilir, utanmayın!
Kafanızın içinde beyin olup da bunu çalıştıramadığınızdan utanın..
Komplekslerinizden utanın..
Eviniz dağınıkmış, komşu gelmiş, utanmayın.. bedeninizi dağıtmayın yeter ki! 

Toplasan bir kaç harften oluşacak olan bu olgunun ağırlığının altında ezilmek de var!
Cesaretsizliğin bulantıya yol açıyor, kusamayacak kadar acınacak haldesin!

Utanmazlığın beni utandırıyor artık!
Birinin çıkıp da utanması gerek.. bunu yapan olmayınca ben utanıyorum, bu ülkeden, bu sistemden, olaylardan, geçmişten, gelecekten! 

Hadi bekleme yapma.. Gece uzun ama bir derin uykuya bakar! 






13 Aralık 2013 Cuma

Bir kış hikayesi -içiniz donacak-






Banyodan kalın mavi bir bornoz giyerek çıkmıştı. Aynanın buharını eliyle sildikten sonra hayranlıkla baktı kendine, bambaşka biri gibi görünüyordu. Sakalını kesmiş, saçını da taramaya başlamıştı.

Soğuktu dışarısı, bu mevsimde hiç olmadığı kadar soğuktu. Sıkı giyinmeliydi. İçine termal atlet ve iç donu giydikten sonra üzerine kazak, altına da kot pantolonunu geçirdi. Beresi, paltosu, eldivenleri de tamdı. Arabası garajdaydı. Yine de kapısını zor açtı. Koltuğa oturunca götü dondu. S.keyim kışını da soğuğunu da diye küfrederken telefonu çaldı. Bakmadı uzun uzun çalan telefona. Yola çıktığında güneş açmış, çatılarda ve yol kenarlarında biriken karların yansımasıyla tüm yaşamı boyunca gördüğü parlamaların toplamından daha fazla ışık gözünün önünde havai fişek gibi cümbüşe dönmüştü. Bir küfür daha ederek beynindeki nöronlarla birlikte şekil değiştirdi. Birden insan iradesinin bir girdabın içinde sürüklenip önemsiz olabileceğini düşündü.

Yolun ilerisi anlamsız bir şekilde tıkalıydı. Biraz daha ilerledikçe kavşakta kaza olduğundan dolayı yolun kapandığını öğrendi. Bir kadın şoför öndeki arabaya geçirmiş ve aman vermeyen trafik, ekiplerin gelmesini geciktirmişti. Senin şoförlüğünün de  a.. koyayım, sana ehliyeti vereni de s.keyim  diyerek arabayı sağa çekti. Biraz yürüdükten sonra bir kafeye girip oturdu. Kahve söyledi. Yol üstüydü oturduğu kafe, oldukça kalabalık ve gürültülüydü. Dışarıda kar yağışı başlamıştı. Eşek olsa donardı o derece yani!
Dört kişilik bir masada tek başına oturuyordu. Birbirlerine sarılarak kapıdan içeri giren ve neredeyse sümükleri donmuş olan iki genç yanına geldi.
‘Abi müsaitse oturabilir miyiz’ dediler. Eliyle oturun işareti yaparak hiç konuşmadan kahvesinden bir yudum aldı. Gençler üzerindekileri çıkarmaya başladılar. Eldiven ve şapkalarını silkeleyerek masanın üzerine koydular. Buz gibi üzerine ve kahvesine sıçrayan kar taneleri içini soğuttu, sert bir bakış atınca gençlere, onlar da ‘pardon abi’ dediler.
Garsonu çağırıp iki salep söyledi gençler. Oğlan kızın ellerini alarak elleriyle ovuşturuyor arada ağzına götürüp hoohh diye ısıtmaya çalışıyordu. Kız da ‘ offf ne soğuk yeeeaaa’ diye mızırdayıp duruyordu.
Embesilliklerine daha fazla dayanamayarak hesabı ödedi ve kalktı. Yol açılmıştı, arabaya doğru yöneldi. Kapıyı yine zor açtı, yine götü dondu, yine küfür etti.
Zar zor çalıştırdıktan sonra iki saatlik gecikmeyle iş yerine varabildi, tüm gün çalıştı, mesai bitince eve bir an önce gidebilmeyi kendine dert edindi.

Kar yağmaya devam ediyordu, ana arterler açık görünse de ara sokaklarda durum pek iç açıcı değildi. Gıdım gıdım ilerleyen trafik ve radyoda hava durumu haberlerinin felaket haberi gibi verilmesine iyice canını sıkmış, s.ktiğimin hayatını ben kontrol edemiyorsam ne demeye yaşıyorum diye söylemeye başlamıştı.
Bu arada öndeki arabanın kayması, akabinde direksiyonu çevirmesi ve arkadan gelen arabanın buna vurmasıyla oluşan zincirleme küfür kazası hasarsız atlatılmış, az biraz beyinde çöküntüye yol açmıştı.

Mahalleye yaklaştığında yokuşu çıkamadı. İki denemeden sonra arabayı kaydırarak geri döndü. İlerde güvenli bir yere park ederek yürümeye koyuldu. Buz gibiydi, rüzgarla karışan kar suratında şok etkisi yaratıyordu, yokuşu tırmanırken ayağı kaydı, düştü. Zor toparlandı. Eli ayağı kar içinde kalmış, titremekten Azer Bülbül’e dönmüştü.
Dıdılayarak apartmanın kapısını açtı, içeri girdi. 2 kat merdivenleri çıktıktan sonra evine de ulaştı, üzerini çıkarıp banyoya daldı. Banyodan çıktığında kalın mavi bornozu vardı üzerinde.

Bir sigara yakıp pencerenin kenarına geldi ve bugün de anasını sattığımın gününü bitirdim diyerek şükretti. 

7 Aralık 2013 Cumartesi

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin





“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin ? 

İşin kolayına kaçmadan ama 
Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil 
Ne de ak örtüde elmaların 
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini 
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin”


Nazım Hikmet bu dizeleri eşine yazdığı 'Saman Sarısı' adlı şiirinde Abidin Dino'ya ithaf etmiştir. 
Abidin Dino resmi yapamadı.Belki sevinci belki hüznü, korkuyu, çirkinliği, sefaleti, mutsuzluğu çizdi ama mutluluğu Güzin Dino ile yaşadı.
Bir şiirle karşılık verdi Nazım Hikmet'e; 


Mutluluğun Resmi 

Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar 
Martıların telaşı bambaşka
İşçiler gözler yolunu. 
İnebilseydin o vapurdan 
Ayağında Varna’nın tozu 
Yüreğinde ince bir sızı. 
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan 
hasretle kucaklayabilseydim 
seninle, bir daha. 
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım, 
Yapardım mutluluğun resmini 
Başında delikanlı şapkan, 
kolların sıvalı, kavgaya hazır 
Bahriyeli adımlarla düşüp yola 
Gidebilseydik Meserret Kahvesine, 
İlk karşılaştığımız yere 
Ve bir acı kahvemi içseydin. 
Anlatsaydık
o günlerden, geçmişten, gelecekten, 
Ne günler biterdi, 
Ne geceler...
Dinerdi tüm acılar seninle 
Bir düş olurdu ayrılığımız, anılarda kalan. 
Ve dolaşsaydık Türkiye’yi 
bir baştan bir başa. 
Yattığımız yerler müze olmuş, 
Sürgün şehirler cennet. 

İşte o zaman Nazım, 
Yapardım mutluluğun resmini 
Buna da ne tuval yeterdi; 
ne boya... 

İşte böyle güzel insanlardı bunlar..